samsun sex shop   samsun sex shop   vibratör  
izmir sex shop   izmir sex shop   izmir sex shop  
bodrum escort Bedava porno izle Didim Escort Bayan Fethiye Escort Kızlar Sakarya Escort Bayan

Eşyaya Hükmetmek


Bu makale 2018-06-27 11:20:50 eklenmiş ve 249 kez görüntülenmiştir.
MEHMET ÖZÇELİK

 
Evet. EÅŸyaya hükmetmek. EÅŸyaya hakim olmak elbette mümkündür.
İnsana eÅŸyaya hükmetme özelliÄŸi verilmiÅŸtir. Bazen bu keramet yoluyla Cenab-ı Hakk'ın bir ikramı olarak tezahür eder, bazen menfi ve olumsuz insanlar da bir istidraç olarak tezahür eder. 
Yine cennette her ÅŸey insana râm olmaktadır. Her ÅŸey insanın emrine verilmektedir. Ân ve zaman olmaksızın her ÅŸey bir anda tecelli etmektedir.
Cennetteki bu hal insanın eÅŸyaya olan hakimiyetinin bir tezahürüdür ve aynı ÅŸekilde dünyada da İnsanlar ilim ile, bilgi ile, güç ile, kuvvet ile ve bunlar içerisinde en önemli nefsine olan hakimiyeti ile eÅŸyaya hükmetmektedir.
Ancak nefsine hükmedemeyen insanlar eÅŸyaya ne kadar hükmedebileceklerdir?
Onun için manen Terakki etmek ile eÅŸyaya hükmedilebilir.
İlim ile eÅŸya ve bir çok ÅŸey celb edilebilir.
Süleyman Aleyhisselam hem nübüvvet ve de hem ilim ile birçok ÅŸeyi elde etti.
Yine ilim ile insanı hayrette bırakan birçok olaylara Mazhar oldular.
Ancak birisininki yani Süleyman Aleyhisselam'ın kive de Musa Aleyhisselam'ın ki hakikat iken, sihirbazların ki bir göz boyamadan ibaret kalmaktadır.
Aynen bir cismi, mislen eÅŸyanın celbi nasıl mümkün ise, insanın eÅŸyaya olan hakimiyeti de o derece mümkündür.
Evet insan eÅŸyaya hükmedelebilir.
Onları kendi istekleri doÄŸrultusunda kullanabilen insanlar yine topraÄŸa, bitkiye hükmeden insan ve ondan kendisine faydalı olan ÅŸeyleri çıkarabilen insan bu hükmünü eÅŸyanın birçok noktasına geçirebilir.
Yine hasseten ifade edilmesi gereken en önemli husus odur ki; insanın önce hakikaten güç olan eÅŸyaya hükmetmekten daha zor olan nefsine Hükmetmesidir.
Nefsini dizginlemesi, nefsini râm altına alması, nefsini kontrol altına alması, nefsini yönlendirmesi, kendisine itaat ettirmesi yani kendisinden ziyade bu nefsinden baÅŸlayıp kontrol etmiÅŸ olması Elbette ki bu hakimiyetin en önemli bir yoludur.
Yani Allah'a mahkum olan insanlar eÅŸyaya hakim olabilirler.
Nefsinin mahkumu olan insanlar eşya yanında mahkum olurlar.
Onun içindir ki eÅŸyaya hükmetmenin yolu önce nefse hakim olmaktan ve Ondan sonra o nefsin sahibi olan Allah'a mahkum olmaktan geçer.
Allaha intisab etmesi halinde eÅŸyada ona intisab eder. Ona mensup olur, ona ait olur, onun emrinde ve onun hizmetinde olur.
O halde bir insan kâinatın sahibine uygun harekette bulunmuÅŸ ise, Elbette ki bütün kâinatta ona uyar, emrinde olur.
Nitekim Kuran-ı Kerim'de Cenab-ı Hak yer ve göÄŸe ‘ İ’tiya tav’en  ev kerha’ yani ‘İster istemez emrime geliniz.’ buyurur. Onlar ise yani cansız olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüz; anlamaz, bilmez, düÅŸünmez, itaat etmez diye düÅŸündüÄŸümüz eÅŸya, madde ise yani Yer ve Gök Cenab-ı hakka karşı; Yarabbi ister istemez emrine itaat ettik, derler. 
Burada hem Allahın kendisini onlara hatırlatıp emretmesi ve hem de onların Allahı  anlaması söz konusudur.
İsra suresinde; Hiç bir varlık yoktur ki Allahı kendi diliyle tesbih etmiÅŸ olmasın, buyurulur. 
Aynı ÅŸekilde, demek ki Cenab-ı Hakk'ın Veli kullarının suya hükmetmesi, ateÅŸe hükmetmiÅŸ olması gibi, insanlar maddende buna sahip ve hakim olabilir.
Nitekim amyant denilen maddeyi ateşin yakmaması gibi.
İnsan eÅŸyaya zahiren mahkum iken hakim olması, hükmetmesi hep Cenab-ı Hakka RÂM olmasından ve O’na muti’ olmasından ileri gelmektedir.
Ve manen de insan eÅŸyaya hükmedebilir.
Hükmetme yetkisi, gücü insana, insanın eline, insanın iradesine verilmiÅŸtir.
Bu meseleyi birçok yönden farklı olarak ele alabiliriz. 
Nitekim bir insan devlete mensup olmasıyla, bir asker ve bir polis nasıl ki bir köyü önüne katabilir, bir memlekete hükmedebilir, bir baÅŸka devletin hakimini, Reisini, baÅŸkanını esir edebilir, komutanını esir alabilir.
İşte hep bütün bu Hakimiyetler bir devlete, bir güce mensup olmaktan geçer.
Yine insan devletin gücü olan bir kabloya kendi kablosunu baÄŸlayarak bütün dünyadaki kablolarla bir baÄŸlantı kurmuÅŸ olur. Bunu bir telefon olarak, bir internet olarak, aynı ÅŸekilde bir güç olarak da düÅŸünebilirsiniz.
Yani kendi gücü az olan insan 80 milyonluk bir devletin gücüne mensup olmakla, devlete ait ve baÄŸlı olmakla, böylece 80 milyonun üzerinde bir güce sahip olabilir.
Devlet namına hareket eder, padiÅŸah namına hareket eder, Sultan namına hareket eder ve birçok ÅŸey onun emrine verilir, ona RÂM olmuÅŸ olur.
Bütün bunlar demek ki gerçek güç sahibini bulan insan böylece gerçek gücede ulaÅŸmış olur.
Allah'ın gücüne intisab eden, mensup olan, dayanıp sırtını veren bir insan, Allah'ın sahibi olduÄŸu bütün eÅŸyaya da sahip olabilir. Onlar üzerinde hakimiyetini çok rahatlıkla kurabilir.
-DüÅŸününüz Cennette isteyip çağırdığımız her ÅŸey geliyor, aÄŸaç meyvesini veriyor, o meyve onun hizmetini görüyor ve orada her bir canlı ÅŸuurlu, bilinçli olarak insana hizmet ediyor. Bunun örneÄŸini sınırlı ve kısıtlı da olsa dünyada da görmekteyiz.
Bir seferde Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına bir bedevî geldi. Ferman etti: "Nereye gidiyorsun?" Bedevî dedi: "Ehlime." Ferman etti: "Ondan daha iyi bir hayır istemiyor musun?" Bedevî dedi: "Nedir?" Ferman etti: 
"Allah’tan baÅŸka hiçbir ilâh olmadığına, Onun bir olduÄŸuna, hiçbir ÅŸeriki bulunmadığına ve Muhammed’in, Onun kulu ve resulü olduÄŸuna ÅŸehadet etmendir."  
Bedevî dedi: "Bu ÅŸehadete ÅŸahit nedir?" Ferman etti: "Vadi kenarındaki aÄŸaç ÅŸahit olacak." 
İbni Ömer der ki: O aÄŸaç yerinden sallanarak çıktı, yeri ÅŸak etti, geldi, tâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın yanına. Üç defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm o aÄŸacı istiÅŸhad etti, aÄŸaç da sıdkına ÅŸehadet etti. Emretti, yine yerine gidip yerleÅŸti.
-TaÅŸların elinde, avucunda zikretmesinden tutunuz, bir Devenin sahibinden kaçarak sahibinin kendisini zor iÅŸlerde çalıştırmış olması dolayısıyla halini anlatmasına kadar herÅŸey mucize eseri olaraktan Efendimizle nasıl alakadar ise, Efendimizin emrinde ise, Efendimiz manen onlara hakim durumda ise, bu hükmünü mucize eseri olaraktan ihtiyaç anında gösterirken, her durumda göstermemiÅŸtir.
Nitekim az bir yiyecekten birçok insan yiyip içmesi, az bir içecekten bazen 300 kiÅŸinin, 300 askerin ondan yiyip içmesi bir mucize eseri olaraktan görülmektedir,
Bunu diÄŸer peygamberlerde de görürüz. Salih Peygamber'in Emir ile Kaya'nın arasından kendisine iman etmeyen insanların belirttiÄŸi vasıfta bir deveyi çıkartması ve  bunun benzeri örnekleri bütün peygamberlerde görülebilir.
Demek ki insan Madden ve manen eÅŸyaya hakim olabilir. İnsan eÅŸyaya hükmedebilir. Bu da ruhun bedene hükmetmesi ile, aklın nefse hükmetmesi, böylece kalbin mideye hükmetmesi ile mümkün olur.
O halde Akıl, kalp ve ruh bu üç temel duyguya hakim olan insanın, nefsine, bedenine hakim olması ile o duygularda hükmünü çok rahatlıkla icra edebilirler.
-Bugün teknolojinin ilerlemesi ile insanın bu hakimiyeti bir derece tezahür etmektedir. İnsan birçok ÅŸeye hükmetmektedir. Sesi kontrol altına alabilmek de, görüntüyü kontrol altına alabilmek de, birçok nakil ve intikal iÅŸlemi gerçekleÅŸtirebilmek de, havaya hakim olup tonlarca ağırlığındaki bir uçağı havada uçuran ve yine tonlarca ağırlığındaki bir gemiyi suya olan hakimiyeti ile suyun üzerinde yüzdürebilmektedir.
Bunlar ilim ile insanın kainatta olan varlıkları ve eÅŸyaya olan hakimiyetinin bir tezahürüdür. Bunları bazen insan bir düÄŸme ile yapar, bir ses ile yapar, bir dokunma ile bunları yapmış olur.
Bugün internet dünyasında ve bilgisayar dünyasında artık bunlar o kadar ileri gitmektedir ki, bir tuÅŸla deÄŸil, bir ses ile, bazen bir düÅŸünce ile de bunu gerçekleÅŸtirmektedir.
Yani düÅŸünce ile eÅŸyayı insan kontrol altına da alabilmektedir.
İnsan Nefsine hakim olduğu cihetle eşyaya hakim olmaktadır.
Ruhunun, aklının ve kalbinin kendisi içerisindeki hükmü nisbetinde, eÅŸyayada hükmü o  geçerlidir.
Nefsine hükmü geçmeyen bir insanın eÅŸyaya da hükmü geçmemektedir.
İnsan Kemâle erdikçe kendisine olan hakimiyeti, dolayısıyla eÅŸyaya olan hakimiyeti de o nisbette artmaktadır.
-İbadet ile, taat ile, ilim gibi hakikatlar ile ancak mümkündür.
Böylece kainata olan Hakimiyet doÄŸrudan doÄŸruya Marifet ve ilim ile mümkündür. Marifette  ve ilimde ziyadeleÅŸen insanlar bunu kendileri eÅŸyada da gösterebilmektedirler ancak marifeti olmayıp da yani marifetullaha sahip olmayan insan, ilim gibi bir marifet sahip olsa da bunun Hakimiyeti cüz-i olur, geçici olur, sınırlı olur, sonsuz olmaz.
-Kâinat nasıl ki bir noktadan kürelere doÄŸru bir geliÅŸme içerisinde ise, insanda bir nokta olaraktan kendi içerisindeki noktaya olan hakimiyetinden, kâinattaki kürelere olan hakimiyeti kadar geliÅŸme gösterir.
Tıpkı suya atmış olduÄŸumuz bir taÅŸ kendi iç dalgasından geniÅŸ dalgaya doÄŸru bir açılım içerisinde olduÄŸu gibi, insan da kendi iç dünyasındaki küçük açılımlar ile kainata doÄŸru geliÅŸen büyük açılımlara bir hakimiyeti söz konusu olur.
O halde nokta olan kendi iç dünyamızda ne kadar hakim isek, küre olan dış dünya olan Kainattaki hakimiyetimiz de o nisbette artar.
-GeçmiÅŸ zamanlarda velilerin hakimiyeti, eÅŸyaya olan hükmü; bugün ilim ile tecelli etmektedir. 
Hakeza peygamberlerin gösterdikleri mucizelere bugün insanlar sahip oldukları ilimler ile o hakimiyetini sürdürmektedirler.
-Âhir zamanda her ÅŸey ilme dökülmektedir, ilmi olan kazanmakta, ilmi olan kainata, dünyaya, varlıklara hükmetmektedir. 
Yani mecazi olaraktan Billy Gates internet dünyasında, bilgisayar dünyasında, Microsoft ile adeta tüm dünyayı kontrol etmektedir. Tüm dünyaya sahip olmak da, bir düÄŸmesinin ÅŸartelini indirmekle dünyadaki 7,5 milyar insanın bütün birikimlerini bitirebilmektedir ve onları harekete geçirebilmektedir. Onun içindir ki kendi nefsine hakim olan insan kâinata da hâkim olabilir.
-Sese hakim olarak da büyük bir iÅŸ yapan insan oÄŸlu, bugün resme de hakim olmuÅŸ, daha ileriye giderekten ışınlamaya hakim olacak ve eÅŸyayı bir yerden bir yere nakletmek suretiyle aktarımı gerçekleÅŸtircektir.
-Ona olan hükmünü bilim yoluyla, ilim yoluyla gerçekleÅŸtirebilecektir. Ancak gerçek Hakimiyet marifet iledir, marifetullah da hakim olan insan böylece bütün ilimlerde de, her ÅŸeyde de, eÅŸyada da bilinçli olarak hakim olur. DiÄŸer bir ifadeyle, marifet ile eÅŸyaya hakim olan insan eÅŸya aile arasında samimi bir nisbet, bir irtibat, bir baÄŸlantı, istekli olarak baÄŸlantı kurar. 
Ancak marifet olmadan eÅŸya ile ilim yoluyla baÄŸlantı kuran insanlar, adeta zoraki olarak, mecburi olarak, isteksiz olaraktan o eÅŸyayı zorla celbedip yönlendirebilir, ona hakim olabilir. İstekli olup isteksiz olma arasındaki aynen bu fark gibi olur.
DüÅŸününüz, eÅŸyanın bizi tanıyıp da tanıyaraktan hizmetimize koÅŸması ayrı, bir köle gibi ona bizim hakim olup zorla çalıştırmamız elbetteki ayrıdır.
İşte eÅŸya insana ya köle olur ya da bilinçli olarak ona köle olmaksızın istekle, sevinçle, zevkle hizmetinde olur. Bu da eÅŸyaya marifet yoluyla hakim olmaktan geçer.
-Bir Genelkurmay BaÅŸkanı bir arÅŸ emriyle yüzbinlerce askeri koÅŸturur. Hatta onları düÅŸmanın üzerine karşı sevkeder, ölüm bile olsa o asker koÅŸarak gider. Bir de bunu zoraki ve zorba bir ÅŸekilde yapmayı düÅŸünün veya bunu bir çocuÄŸun veya asker ile münasebeti olmayan birisinin binlerce defa arÅŸ demesi neticesinde hiçbirisini koÅŸturamadığı gibi, elbette ki herkesi de kendisine güldürecektir.
Bir iÅŸte bu Hakimiyet gibi insan da samimi ve ciddi olarak hakim olursa, eÅŸya ona râm olmuÅŸ olur. Ancak gerçek manada o çocuk gibi veya asker ile baÄŸlantısı olmayan bir insanın askere emretmesi gibi anlamsız, manasız, neticesiz, hükümsüz, gülünç bir durum içerisine düÅŸmüÅŸ olacaktır.
-“İnsan, ÅŸu kâinat içinde pek nâzik ve nâzenin bir çocuÄŸa benzer. Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, ÅŸu mevcudât, ona musahhar olmuÅŸ.
EÄŸer insan zaafını anlayıp, kâlen, halen, tavren duâ etse ve aczini bilip istimdâd eylese, o teshîrin ÅŸükrünü edâ ile beraber, matlûbuna öyle muvaffak olur ve maksadları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aÅŸr-ı mîÅŸârına muvaffak olamaz. Yalnız, bâzı vakit, lisân-ı hal duâsıyla hâsıl olan bir matlûbunu, yanlış olarak kendi iktidarına hamleder. Meselâ, tavuÄŸun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuÄŸu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte, cây-ı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve ÅŸâyân-ı temâÅŸâ bir cilve-i rahmet!..
Nasıl ki, nazdar bir çocuk, aÄŸlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle, matlûblarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matlûblardan binden birisine, bin defa kuvvetciÄŸiyle yetiÅŸemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında ÅŸefkat ve himâyeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Åžimdi, böyle bir çocuk, o ÅŸefkati inkâr etmek ve o himâyeti ittiham etmek sûretiyle, ahmakâne bir gururla, "Ben kuvvetimle bunları teshîr ediyorum" dese, elbette bir tokat yiyecektir.
 
İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini ittiham edecek bir tarzda küfrân-ı nimet sûretinde, Kârun gibi, yani "Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım" Kasas Sûresi: 78. dese, elbette sille-i azaba kendini müstehak eder.
Demek ÅŸu meÅŸhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyât-ı beÅŸeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile deÄŸil, galebe ile deÄŸil, cidâl ile deÄŸil; belki ona, onun zaafı için teshîr edilmiÅŸ, onun aczi için ona muâvenet edilmiÅŸ, onun fakrı için ona ihsan edilmiÅŸ, onun cehli için ona ilham edilmiÅŸ, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiÅŸ. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî deÄŸil, belki ÅŸefkat ve re’fet-i Rabbâniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyedir ki, eÅŸyayı ona teshîr etmiÅŸtir.
Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haÅŸerâta maÄŸlûp olan insana bir küçük kurttan ipeÄŸi giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı deÄŸil, belki onun zaafının semeresi olan teshîr-i Rabbâniye ve ikram-ı Rahmânîdir.
Ey insan! Mâdem hakikat böyledir; gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını istimdâd lisâniyle, fakr ve hâcâtını tazarrû ve duâ lisâniyle ilân et ve abd olduÄŸunu göster. Ve - Allah bize yeter; O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân Sûresi: 173.) - de, yüksel.
Hem deme ki: "Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat, bir Hakîm-i mutlak tarafından kasdî olarak bana teshîr edilsin, benden bir ÅŸükr-ü küllî istenilsin?" Çünkü sen, çendan nefsin ve sûretin itibâriyle hiç hükmündesin, fakat vazife ve mertebe noktasında, sen ÅŸu haÅŸmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, ÅŸu hikmetli mevcudâtın belâgatlı bir lisân-ı nâtıkı ve ÅŸu kitâb-ı âlemin anlayışlı bir mütâlâacısı ve ÅŸu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve ÅŸu ibâdet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin. 
Evet, ey insan! Sen, nebâtî cismâniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibâriyle, saÄŸîr bir cüz, hakîr bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zayıf bir hayvansın ki, bütün dehÅŸetli mevcudât-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat, muhabbet-i İlâhiyenin ziyâsını tazammun eden imânın nuruyla münevver olan İslâmiyet’in terbiyesiyle tekemmül edip, insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin, küçüklüÄŸün içinde bir âlemsin. Ve hakaretin içinde, öyle makamın büyük ve daire-i nezâretin geniÅŸ bir nâzırsın ki, diyebilirsin, "Benim Rabb-i Rahîmim, dünyayı bana bir hâne yaptı; ay ve güneÅŸi o hâneme bir lâmba ve baharı bir deste gül ve yazı bir sofra-i nimet ve hayvanı bana hizmetkâr yaptı; ve nebâtâtı, o hânemin zînetli levâzımâtı yapmıştır." 
Netice-i kelâm: Sen, eÄŸer nefis ve ÅŸeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düÅŸersin. EÄŸer hak ve Kur’ân’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvîmi olursun. “ 
-“ "Bütün dünya dest-i itaat ve teshirine verilen insanın, elbette Halıkının yanında büyük bir mevkii vardır." 
“ BeÅŸer, hilkatın neticesidir ve arzın müÅŸtemilatı ona teshir edilmiÅŸtir, istediÄŸi gibi tasarruf eder. Bu ayet ile de, beÅŸerin arza hakim ve halife kılınmış olduÄŸuna iÅŸaret edilmiÅŸtir.” 
“Meselâ: Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın bir mucizesi olarak teshir-i havayı(havanın emre boyun eÄŸmesi) beyan eden âyeti; "Hazret-i Süleyman, bir günde havada tayeran (uçmak) ile iki aylık bir mesafeyi kat' etmiÅŸtir" der. İşte bunda iÅŸaret ediyor ki: BeÅŸere yol açıktır ki, havada böyle bir mesafeyi kat’ etsin. Öyle ise ey beÅŸer! Madem sana yol açıktır. Bu mertebeye yetiÅŸ ve yanaÅŸ. Cenab-ı Hak, ÅŸu âyetin lisanıyla manen diyor: "Ey insan! Bir abdim (kulum), heva-i nefsini (nefsani arzularını) terk ettiÄŸi için havaya bindirdim. Siz de nefsin tenbelliÄŸini bırakıp bazı kavanin-i âdetimden (tabiat kanunlarından) güzelce istifade etseniz, siz de binebilirsiniz...” (20. Söz)  
-“ Uzak mesafede celb-i surete ve savta haÅŸmetli bir surette iÅŸaret ediyor ve mânen diyor: Ey ehl-i saltanat! Adalet-i tamme yapmak isterseniz, Süleymanvâri, rû-yi zemini etrafıyla görmeye ve anlamaya çalışınız. Çünkü, bir hâkim-i adaletpîÅŸe, bir padiÅŸah-ı raiyetperver, aktâr-ı memleketine her istediÄŸi vakit muttali olmak derecesine çıkmakla mes'uliyet-i mâneviyeden kurtulur veya tam adalet yapabilir.
Cenâb-ı Hak ÅŸu âyetin lisan-ı remziyle, mânen diyor ki: "Ey benî Âdem! Madem bir abdime geniÅŸ bir mülk ve o geniÅŸ mülkünde adalet-i tamme yapmak için ahval ve vukuat-ı zemine bizzat ıttıla veriyorum. Ve madem herbir insana, fıtraten, zemine bir halife olmak kabiliyetini vermiÅŸim. Elbette, o kabiliyete göre rû-yi zemini görecek ve bakacak, anlayacak istidadını dahi vermesini hikmetim iktiza ettiÄŸinden, vermiÅŸim. Åžahsen o noktaya yetiÅŸmezse de nev'en yetiÅŸebilir. Maddeten eriÅŸemezse de, ehl-i velâyet misillü, mânen eriÅŸebilir. Öyle ise, ÅŸu azîm nimetten istifade edebilirsiniz. Haydi, göreyim sizi, vazife-i ubûdiyetinizi unutmamak ÅŸartıyla öyle çalışınız ki, rû-yi zemini, her tarafı herbirinize görülen ve her köÅŸesindeki sesleri size iÅŸittiren bir bahçeye çeviriniz.” 
“ Koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriÅŸ etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve daÄŸ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müÅŸerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiÄŸi ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve bekà-i uhreviyeyi kat'î vaad ve ahdettiÄŸi halde, elbette ve hiçbir ÅŸüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müÅŸerref insanlar için açacak ve yapacak ve haÅŸir ve kıyameti getirecek…” 
MEHMET ÖZÇELİK
26-06-2018
 
 
Yorumlar
Adınız :
E-Mail :
Başlık :
Yorumunuz :
Güvenlik :
DeÄŸiÅŸtir  
Toplam 0 yorum. Tüm yorumları okumak için tıklayın.
Diğer yazıları...
Köşe Yazarları
 â€¹ 
 â€º 
E-Mail Bülten Kaydı
Döviz Kurları
ArÅŸiv Arama
- -
Urfa Göbeklitepehaber,Urfa Haber,Şanlıurfa Haber
© Copyright 2013 gobeklitepehaber.com. Tüm hakları saklıdır. Bu site Gazi SOFT haber yazılımı alt yapısı ile yapılmıştır.
GÜNDEM
Kadına Şiddet
Anayasa Haberleri
Trafik Kazaları
Yerel Seçimler
SPOR
Galatasaray
Fenerbahçe
Basketbol Haberleri
Åžampiyonlar Ligi
SİYASET
Recep T. ErdoÄŸan
Devlet Bahçeli
Kemal Kılıçdaroğlu
AKP Haberleri
EĞİTİM
A.Ö.L.
Eğitim Portalı
EÄŸitim Haberleri
Eğitim Bakanlığı
DÜNYA
E-Devlet
M.E.B.
Adalet Bakanlığı
Avrupa Haberleri
Amerika Gündemi
Suriye İç Savaş
Arıkan Meselesi