Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Babala TV'de Oğuzhan Uğur'un konuğu oldu.

Kılıçdaroğlu, programa katılan gençlerin sorularını yanıtladı.

Kılıçdaroğlu’nun sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

"YPG konusunu önce onu açıklayayım, Salih Müslim’i Türkiye’ye resmi olarak davet ettiler. Devletin kendi kurumu, yetkilileri bunun bir terör örgütü olmadığını açıkladı. Devlet iki şekliyle görüşür, devlette 27,5 yıl çalışmış birisi olarak bir; devlet perdenin arkasında görüşür ona bir şey demem. İki, devlet resmen görüşür. Burada resmen görüşme var sorun orada. Resmen görüşme olmasa bir sorun yok gider görüşür. Siz resmen davet eder, kırmızı halılar içinde davet ederseniz burada ağırlarsanız olmaz. İşin gerçeğini bilelim ama siz yine de eleştirinizi yapın ona saygılıyım. Şu anda terör örgütü. Çünkü devlet diyor ki terör örgütü, baştan terör örgütü değil diyordu.

“İtiraz ettiğim enerji konusunda Rusya’ya Türkiye’nin bağımlı hale gelmesi”

Rusya ile ilişkilerimizin iyi olmasında itirazım olmaz. Bazı teknolojik altyapıları, cam sanayi gibi petrokimya gibi Rusya’dan aldık. Ama benim itiraz ettiğim enerji konusunda Rusya’ya Türkiye’nin bağımlı hale gelmesi. Bu bağımlılık son derece tehlikelidir ve Türkiye’nin ileride başına büyük sorunlar açabilir. Siz hala diyorsunuz ki ‘Moskova ile anlaşma yaptık burada bir gaz merkezi kuracak.’ Zaten güle oynaya gelip gaz merkezi kuracak yüzde 30-40’lık bağlantı yüzde 90’a çıkacak. Sizi teslim almış olacak. Ne dedi Gazi Mustafa Kemal; ekonomik bağımsızlık. Enerjide ekonomik bağımsızlığı kaybediyorsunuz. Doğu Akdeniz’de gaz çıkıyor değil mi? Doğu Akdeniz’deki gazı Türkiye üzerinden Avrupa’ya götürebilirsiniz ve enerjinin maliyetini 3,5-4 sente kadar indirebilirsiniz, biz bunu yapacağız. Bir başka ülkeye yüzde 70 oranda bağımlı hale getirmek onun esiri haline getirmektir.

Depremzedelere ev vaadi

Deprem evi maliyetlerini nerede karşılıyorsunuz? Erdoğan ne dedi? ‘Evleri yapacağım 1 yıl sonra teslim edeceğim’ demek ki para var. Ben de diyorum ki madem para var 1 yılda yapıyorsun 2 yıl da almıyorsun, ben hiç almayacağım, niye alayım parayı onun olsun. O evlerin yapımında hata var o hataya göz yuman kamudur, anayasa gayet açıktır onu da söyledim. Devlet o evleri yapmak ve ücretsiz vermek zorunda. Sadece onu değil dava açılırsa evindeki buzdolabının, mobilyasını parasını alabilir.

“300 milyar dolar temiz para getireceğiz yatırım yapacağız”

Bir başka şey 300 milyar dolar. Ben yurtdışından getireceğim, evet getireceğim sadece demokrasi istiyorlar, temiz para, uyuşturucu parası değil. 8 sefer kanun çıkardılar uyuşturucu baronlarının parasını getirmek için itiraz ettik. Bana telefonunuzu verirseniz ilgili kanunu size göndereceğim. Ama dönüp bana diyeceksiniz ki ben bunu görmemiştim. Söz veriyorum göndereceğim. Üstelik son bir kanunda diyor ki; ‘Getirilen paranın kaynağı asla sorulmayacaktır’ onu da göreceksiniz orada. 300 milyar dolar temiz para getireceğiz, yatırım yapacağız.

Benim genel başkanlığım ve Türkiye’deki demokrasi ile ilgili Arap dünyasını karşılaştırdınız. Türkiye ne Avrupa ne Arap dünyası arasında, Türkiye’nin kendine özgü koşulları vardır ve o koşullar içinde demokrasisini geliştirmeye çalışan bir ülkedir ve bu demokrasinin gelişmesi için de elimizden gelen çabayı gösteriyoruz.

“Avrupalı rahat etsin diye biz bunların bütün sıkıntılarına katlanıyoruz”

(Mülteciler üzerine Kılıçdaroğlu’nun dönüş açıklamalarıyla ilgili bir film gösterildi) Burada Suriyelilerle ilgili şöyle bizim gencecik fidan gibi askerlerimiz şehit olurken onların fidan gibi beyleri bizim sokaklarımızda volta atıyor. Yaşlıyı, çocuğu, kadını kabul ederim ama Kilis Ticaret Odası Başkanı bana ne dedi biliyor musunuz? ‘Böyle devam ederse 4-5 yıl sonra Kilis Ticaret ve Sanayi Odası’nın başkanı bir Suriyeli olacak. Ben Suriyelilerin kendi ülkelerinde daha rahat edeceğine inanıyorum. Evet Suriye’de meşru hükümetle oturacağız, anlaşacağız, buradan gidenlerin can ve mal güvenliği sağlayacağız. Eğer Avrupalılar Suriyelilerin haklarını korumazlarsa onların evlerini, yollarını, hastanelerini yapmak için para vermezlerse Geri Kabul Anlaşması’nı feshedeceğiz, beyler gitsinler Avrupa’ya burada ne işi var? Burası sığınmacı deposu olmayacak. Avrupalı rahat etsin diye biz bunların bütün sıkıntılarına katlanıyoruz. Düzelteceğiz, göreceksiniz.”

“Mülteci ayrı, sığınmacı ayrı ikisini birbirinden ayırmak lazım”

(Mültecilerle ilgili soru üzerine) Bakın siz tabi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni anladığım kadarıyla yeteri kadar analiz edememişsiniz. Türk soyu ile ilgili zaten bizim özel bir bağımsız birimi var Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin… Dolayısıyla bu özel birim Türk Cumhuriyetleri ile ve Türk soyu olan gruplarla olan ilişkisini zaten sürdürüyor. Burada herhangi bir endişe yok, kaygı yok. Artı İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve bu bölüm gerçekten de güzel hizmetler yapıyor. Biz herkesi göndereceğiz derken bunun belli kuralları olacak. Devlet dediğiniz gibi kurum, benim dediğim gibi hemen yakasına yapışıp gönderelim diye öyle bir kural yok. Onun alt yapısını oluşturacaksınız. Can ve mal güvenliğini sağlayacaksınız ve ondan sonra göndereceksiniz, parayı da AB’den alacaksınız ve bunları yapacaksınız. Çünkü burada asıl sorunu yaşayan AB, bize geri kabul anlaşmasını dayattılar, imzaladık. Biz şimdi bakıyoruz. İsterlerse veriyor, istemezlerse vermiyorlar. Biz sığınmacı deposu değiliz. Mülteci ayrı, sığınmacı ayrı, ikisini birbirinden ayırmak lazım.

“O vesayet hakkı kalkmadığı sürece herhangi bir sorun yok”

(Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’yla ilgili soru üzerine) Önce şu konuda bir anlaşmamız lazım. 1930’lu yıllarda çıkan Belediye Kanunu’nda, ‘Belediyeler mali ve idari açıdan özerktir’ diye yazar 1930’larda… Bugünkü kanunda da aynısı yazar. Neden? Çünkü belediye Başkanını belde halkı seçer. Ayrı bir bütçesi var. Nasıl TBMM varsa onların da belediye meclisleri var. Ama merkezi yönetimin vesayeti asıldır, esastır. Belediyeler kendi bağımsız olarak, ‘ben bağımsız bir devletim’ diyemezler. Her belediyenin kendine ait bir de özel logosu vardır. Ankara Büyükşehir’in, İstanbul Büyükşehir’in, Antalya’nın, Diyarbakır’ın, Trabzon’un ayrıca logoları vardır. Buradaki özerklikten kastedilen ‘bunlar ayrı devlet olacak.’ Yok efendim nereden çıktı öyle ayrı bir devlet olması? Böyle bir şey yok ama bu algı sürekli yerleştirilmeye çalışılıyor. Rahmetli Ecevit’in döneminde Yerel Yönetim Özerklik Şartı’nı öngören kanun çıktı Meclis’ten. Bizim zamanımızda değil, o dönemde çıktı kanun ama Türkiye bazı maddelerine çekince koyduğu için duruyor. Elbette ki siz terörle mücadele edeceksiniz, terörün bu topraklardan silinmesini isteyeceksiniz ve ne gerekiyorsa onu yapacaksınız. Yoksa efendim, işte ‘falan belediye özerk olacak’ zaten belediye özerk ama orası bağımsız değil. Özerklik ile bağımsızlık ayrı, üniversite özerktir ama üniversite Türkiye’nin üniversitesidir. Belediyelerin de zaten özerkliği kendi yasalarında var, ben koymadım. 1930’lardan beri gelen uygulama böyle, sadece bizde değil bütün dünyada böyle aslında… Dolayısıyla yerel yönetimlerle merkezi yönetim arasında bağ var. Bu bağ da aslolan merkezi yönetimdir. Merkezi yönetimin yerel yönetimler üzerinde vesayet hakkı var. O vesayet hakkı kalkmadığı sürece herhangi bir sorun yok. Vesayet hakkını kaldırmaya da zaten bizim niyetimiz yok.

“İmam hatipte okuyan çocuğumuz da fen lisesinde okuyan çocuğumuz da çok nitelikli bir eğitim almalı”

Eğer bir toplum gerçekten yükselmek istiyorsa, dünyada saygınlığı kazanmak istiyorsa eğitim sistemini çağdaş anlamda yeniden yapılandırmak zorundadır. Eğitimin temel özelliği okula başladığı andan itibaren, çocuğun merak duygusunu büyütürseniz, sorgulama hakkını ona verirseniz, o eğitim başarılı bir eğitim demektir. Yani analitik olması lazım eğitimin, ezberci bir eğitimden uzak olması lazım. Önemli olan eğitimin aynı zamanda eğitimciler tarafından programlanıp ve politikalarının belirlenmesi lazım. Yani siyasetçi olarak ben eğitim, ‘gel şöyle okuyacaksın, şu dersi okuyacaksın’ benim dememem lazım. Bu tamamen pedagogların, eğitimcilerin, hocaların işi… Bütün gelişmiş ülkeler eğitimi bu çerçevede ele alıyorlar. Benim de şahsen düşüncem eğitimi bu çerçevede ele almak, yeniden yapılandırmak, sıcak siyasetin tümüyle dışına çıkarmak. Her alanda nerede olursa olsun, eğitimin bu çerçevede ele alınması lazım. Yani imam hatipte okuyan çocuğumuz da çok nitelikli bir eğitim almalı, fen lisesinde okuyan çocuğumuz da çok nitelikli bir eğitim almalı. Aynı zamanda eğitimin üretime dönük olması lazım. Bütün organize sanayi bölgelerinde teknoloji liselerinin kurulması lazım. Eğitim alan çocuğun, eğitimi belli bir yılından itibaren, örneğin 2’nci yıldan itibaren organize sanayi bölgesinde aldığı eğitime paralel kurs görmesi lazım, staj görmesi lazım. O süre içerisinde sosyal güvenlik primlerini, devlet tarafından ödenmesi lazım. Mezun olduğunda ise işi hazır olacak. Yani iş garantili eğitim bir anlamda. Aslında bunu dünyanın pek çok ülkesi uyguluyor. En başarılı olan ülke de Finlandiya… Finlandiya modelini anlatmak için Finlandiya’dan eğitim reformunu yapan bakan yardımcısını Türkiye’ye davet ettik. Eğitim reformunu Finlandiya’da nasıl gerçekleştirdiklerini de anlattı. Eğitimi yeniden yapılandırmak lazım. YÖK denen belayı kaldırmak lazım. Üniversitelerde bilgiyi, bilimi egemen kılmak lazım. Farklı düşüncede olan hocaları, ‘sen farklı düşüncedesin’ diye üniversiteden atmamak lazım. Yani yapılacak çok şey var aslında ama işin özü merak duygusunu büyütmek, buradan başlayıp eğitimi geliştirmek lazım.

“Canlıların hepsinin hayatını kurtarmamız lazım”

(Hayvan haklarıyla ilgili soru üzerine) Bizim dışımızdaki bütün canlıların hakkını ve hukukunu kurumak lazım. Kurdun, kuşun, köpeğin ne olursa bütün canlıların hakkını korumak lazım. Beni en çok orman yangınlarında kaplumbağaların bir yere gidememesi ve onların yanması. Anız yakılıyor, anız yakıldığında pek çok canlı hayatını kaybediyor. Bir ara Diyanet İşleri Başkanlığı’na, ‘ne olursunuz bu anız yakmalarının en azından günah olduğunu, canlıların yandığını burada ifade edin, diye o da ‘birkaç kez bu konuda duyuru yaptık’ diye de bana söyledi. Doğru, canlıların hepsinin hayatını kurtarmamız lazım ve onlara sahip çıkmamız lazım. Çünkü onlar olmasa zaten biz olmayız. Dolayısıyla bütün canlıları korumak gerekiyor.

“Ne ev ne de araba alma şansınız yok”

(Cumhurbaşkanı olduğu takdirde gençlere yönelik adımlarının ne olacağı sorusu üzerine) Kişi başına gelir çok düştü. 12 bin dolardan bazı illerde 7 bin dolara bazı illerde 8 bin dolara düştü. Daha önce asgari ücretin iki buçuk katı olan en düşük memur aylıkları asgari ücretin de altına düştü bazı yerlerde… Dolayısıyla sizin ne ev ne de araba alma şansınız yok. Bunu baştan ifade edeyim. Bunun çözüm yolu birisine bağışta bulunmak değil, kişi başına geliri artırmak, milli geliri artırmak, üretimi artırmak, istihdam alanı yaratmak ve dolayısıyla Türkiye’yi büyütmekten geçer. Türkiye’yi büyütürken de vergi politikasıyla ve bütçe politikasıyla gelir dağılımını dengelemeniz lazım. Bu bugünden yarına olacak bir şey değil. Bu ancak belli bir zaman dilimi içinde planlama yapılarak ancak sağlanabilir. Bütün dünya da böyle yapıyor. Var olan hükümet, Devlet Planlama Teşkilatı’nı kapattığı için böylesine garabet bir durum ortaya çıktı.

“Kentsel dönüşüm uzun süredir yapılmıyor”

İstanbul için çok geç kalındı kentsel dönüşümde… Bir arkadaşımız söyledi, ‘deprem bölgesinden konteynerler gelecek’ falan zaten bu konteynerlerin sökülmesi, ambalajlanması ve bir yerde tutulması lazım. Bir yerde deprem olduğu zaman süratle o konteynerlerin tekrar, bunu yapacak olan da AFAD’dır veya Kızılay’a devredilir, Kızılay’ın yapması lazım. AFAD’ın bağımsız bir kuruluş olarak ortaya çıkması, ayrı bir bütçe olması ve kent planlaması konusunda, tek yetkili olması lazım. Böylece fay hatları üzerinde AFAD’ın konut yapılmasına izin vermemesi lazım. AFAD’ın böylece yeniden sıfırdan planlanması gerekiyor. Kentsel dönüşüm İstanbul’da yapılması gerekiyor ama kentsel dönüşüm uzun süredir yapılmıyor İstanbul’da çünkü birden fazla kişi yetkili ve bu yetkililer bir araya gelemiyorlar ve karar veremiyorlar. Ciddi bir sorun var. Bunun için bir özel yasanın çıkması lazım kentsel dönüşümle ilgili bu özel yasa çerçevesi içinde sorunun çözülmesi gerekiyor.

“Devlet böyle yönetilmez”

(Cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda Suriye ve Irak’ta PYD terörü bitmeden Türk askerinin çekilip çekilmeyeceği sorusu üzerine) Suriye’de, Irak’ta asker çekilecek mi? Bakın arkadaşlar devlet ayrı bir organdır. Ben ‘çekilecek’ dediğim zaman devlet hemen gidip de bunu çekmez. Bizim kuracağımız devlette, inşa edeceğimiz devlette Milli Güvenlik Kurulu vardır. Milli Güvenlik Kurulu’na siz danışmadan, ‘askeri çekeceğiz, çekmeyeceğiz, ne diyorsunuz’ demeden, bir kişinin kalkıp da ‘askeri çekiyoruz, beyler yarın sabah şuraya gidiyoruz’. Olmaz, devlet böyle yönetilmez. Devlet kendi çıkarları üzerine, ülkenin çıkarları ve o ülkede yaşayan insanların çıkarları üzerine politika oluşturur. O çerçevede bakmak lazım. Elbette ki bizim askerler geri çekilecek ama Türkiye gerekli güvenliği aldıktan sonra o askerlerimiz çekilecek. O güvenliği almadan siz çekerseniz başka sorunlar çıkar karşınıza bunu böyle bilmenizi isterim.

“O bölgeye giden kişi benim”

Korku ikliminden toplumun kurtulması lazım. Korku ikliminin olduğu bir yerde insanlar düşüncelerini özgürce açıklayamazlar onu ifade edeyim. Liderler ileri görüşlü olmalıdır ama liderler ileri görüşlü olacak ama liderleri yönlendiren devletin bürokrasisidir. Devlet ayrıdır, siyasi partiler ayrıdır. Devlet ayrıdır, Kılıçdaroğlu ayrıdır. Devlet ayrıdır, Erdoğan ayrıdır. Erdoğan devlet değil, ben de devlet değilim. Devlet bakidir, siyasi partiler geçicidir. Şöyle bir algı yerleştiriliyor, ‘bir kişi geliyor devlet odur.’ Öyle bir devlet yok dünyada, 21’inci yüzyılda öyle bir devlet yok. Dolayısıyla devletin hafızası bürokrasidedir ve bürokrasisinin de liyakatle oluşturulması lazım. Yani işi ehline teslim etmeniz lazım. Siyaset, ana ilkeyi belirler, bürokrasi ona uygun olarak yasal alt yapıyı hazırlar ve o çerçevede hareket eder. Dolayısıyla ‘zor koşullarda oy kullanıldı’ dediniz. Evet zor koşullarda oy kullanıldı. Ben depremin ikinci günü hiçbir lider daha o bölgeye gitmemişken o bölgeye giden kişi benim. Depremzedelerle oturup konuşan kişi benim. Feryat edenleri dinleyen kişi benim ama o gürültü ve patırtı içerisinde herkes can derdindeydi, herkes mal derdindeydi bir şekliyle… Hiçbir ayrım yapmadığımı da ifade edeyim. Ben AK Parti’nin kurduğu çadırkente de gittim, CHP’nin kurduğu çadırkente de gittim. Onlara da teşekkür ettim, onlara da teşekkür ettim. Çünkü sonuçta bu ülkenin insanı büyük bir acı yaşıyor, o acı hepimizin ortak acısı bu çerçevede baktım.

“Konutların nasıl yapılacağını anlatan devlet memurları”

Bir eleştiri, deprem bölgesinde yapılan yardımlar dolayısıyla oy çıkmadı vesaire şöyle oldu diye bir eleştiri, insanlık açısından onu söyleyen kişinin insan olmadığına inanan birisiyim. Yüreğinde sevgi olan, insan sevgisi olan birinin öyle bir cümle kurmaması gerekir. Zaten onun da tamamen provokasyon olduğuna inana birisiyim. Ben hiçbir CHP’linin böyle bir ifade kullanacağını sanmıyorum. Hemen sordum zaten, ‘bunlar kim, bizim CHP’lilerse hemen partiden atalım’ diye… Yok öyle bir şey ama varsa öyle bir şey buluyorsanız, saptıyorsanız asla tutmayız. Tabana hitap edemiyor dediniz CHP, haklısınız tabana hitap edemiyor olabilir. Biraz daha entelektüel takılıyor, halkın anlayacağı dille bunu ifade edemiyor, haklısınız burada… Konutların nasıl yapılacağını anlatan siyasetçi değil, konutların nasıl yapılacağını anlatan, gelen size devlet memurları ama devlet memurlarını siz partili olarak görüyorsunuz. Onlar parti memuru değil onlar devletin memuru, devletin memuru gelecek, binaları, evleri, yolları, köprüleri nasıl yapacak bunu anlatır size ama bürokrat partileştiği için farklı bir algı çıkıyor ortaya onun da altını çizmek isterim.

“Deprem bölgesinde çadırda da kaldım”

‘Neden sizi göremedik?’ Dediğim gibi ben geldiğimde hiçbir siyasi partinin genel başkanı gelmemişti ama sizinle karşılaşmadık. Ben gecenin 2’sinde Samandağ’a gittim, İskenderun’a gittim. Dediğim gibi bütün yerleri gezdim ve ben 3 kez gittim deprem bölgesine, deprem bölgesinde çadırda da kaldım. Oradaki insanların dramını da biliyorum. Arsuz’da gece yattım, soğukta elbisemi çıkarmadan, üstüme bütün yatakları çektiğim halde sabaha kadar soğukta uyuyamadık ben bunu gayet iyi biliyorum. Bunu bizzat ben yaşadım. Dolayısıyla sizin yaşadığınız acıların tümünü yaşayan bir kişiyim onu da bilmenizi isterim.

“Devletin parasını veriyor”

‘Recep Tayyip Erdoğan bize 10 bin lira veriyor.’ İşte burada bir yanlış yapıyorsunuz. 10 bin lirayı Erdoğan cebinden veriyorsa eyvallah ama benim paramı veriyor, sizin paranızı veriyor. Devletin parasını veriyor. Devletin parasını AFAD veriyor. AFAD kim? AK Parti’nin yan kuruluşu olsa eyvallah ama değil. Devletin kuruluşu… Devlet size yardım ediyor. 85 milyondan topladığı vergilerden size yardım edecek. Buna kimse karşı çıkmaz ama ‘bunu Erdoğan yapıyor’ derseniz o ayrı bir şey, Erdoğan’ın oluşturduğu politika derseniz ben bunu kabul ederim ama yardımı yapan devletin kendisidir, parti değildir.

(Atatürk milliyetçiliğinde Türk yerine Türkiyeli kavramı olup olmadığı sorusu üzerine) Bir hukukçu arkadaşımız Türk, Türkiyeli diye aslında Türkiyeli demedim. Türkiye kökenli iki Alman vatandaşı dedim. COVID-19 aşısını bulan, Türkiye kökenli, kökleri Türkiye’de olan iki Alman vatandaşı diye ifade ettim.

"Helalleşme kolay değil"

Başörtülü bir arkadaşımızın söylediği arada bir 10 sene var diyorsunuz, dolayısıyla helalleşme kolay mı diyorsunuz. Hayır kolay değil ben öyle bir şey söylemedim. Tam tersine zor bir şeydir ve mağdur olanın yaşadığı mağduriyeti bilmeniz lazım. Ben taktığı başörtüsü dolayısıyla evine gittiğimde çocuklar gibi ağladığını biliyorum, öğretmen kadının nasıl ağladığını biliyorum. Onun derdinin ne olduğunu da gayet iyi biliyorum. Gidip onu ziyaret ettim, onun derdini dinledim. Müfettişlere nasıl ifade verdiğini, hangi sıkıntılara girdiğini, mesleği nasıl bırakmak zorunda kaldığını, bütün bunları anlattı. Ben sadece bir örnek verdim, Ankara’daki bir örnek… Pek çok yerde bunun örneğini verebilirim.

Sadece o değil… Kuzey Irak’ta 2 askerimiz yakılarak öldürüldü, yakılarak. Bunların katillerinden biri Türkiye’ye geldi ve serbest bırakıldı. Biz bir gazeteci arkadaşımızın yazması üzerine bu tekrar tutuklandı ve hapse atıldı. Bunu kim serbest bıraktı, nasıl serbest bırakıldı bu? Bilmiyoruz. İkinci askerin ailesi hala cenazesi dahi yok, Konya’da o aileye de gittim. Onları da ziyaret ettim. Diyorsunuz ki, ‘bu bir politik maske mi?’ Benim maske takmaya hele hele öyle bir ihtiyacım da yok. Sonuçta bir mağduriyet var, bu mağduriyetin giderilmesi lazım. Bu mağduriyetin aktörü de biz değiliz aslında, aktörü devletin kendisi aslında… Onlar yaptı. Bu dönemde iktidar olmadık ki bütün suç bizim üstümüzde ama bu olayın ortaya çıkması ve devletin bir kanadı bunu desteklerken biz de onu destekledik. Bizim kabahatimiz orada yoksa başka bir yerde kabahatimiz yok.

“İşsizlik konusu Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir”

İşsizlik konusu Türkiye’nin en temel sorunlarından birisidir biliyorum. Muhtarlara birer yardımcı vermek gerekiyor. Belli sayıdaki nüfusa bakan muhtarlara vermek gerekiyor. Evet birer yardımcı vermemiz lazım. Muhtar bir yere gittiği zaman en azından açık kalmalı. Hele şimdi binlerce icra dosyası geliyor ve muhtarın bunu tek başına yapma şansı yok. Bizim bazı belediyelerimiz muhtarlara yardımcı veriyorlar, evet bu bir sorunu çözüyor biraz ama o muhtar, Belediye aleyhine bir şey söylerse, ‘ben elemanımı geri çekiyorum’ der. Biz vermeliyiz ki gerekirse muhtar belediye Başkanını rahatlıkla eleştirebilsin.”

“Kutuplaşmadan çekinmeliyiz, kutuplaşmamalıyız”

Kemal Kılıçdaroğlu, programın kapanış konuşmasında sözlerini şöyle bitirdi: 

“Birinci aşamada da aslında gelmek istiyordum ama şartlar izin vermedi onun nedeni de şu, aynı gün birden fazla ile gidip miting yapmak zorundaydım. Bazen 3 ile bazen 4 ile, dolayısıyla gelme şansım yoktu. Şimdi ise bu şans doğdu çünkü ikinci tura kalınca miting yapmamaya karar verdik. Sizler de lütfedip kabul ettiniz ben de geldim. Ben ayrıca şunu da istedim her görüşte arkadaşın olmasını ve özgürce soru sorabilmelerini artı benim de samimi olarak cevap vermemi bekliyorlar. Dolayısıyla buradaki temel mesele şu, birbirimizi daha iyi anlamalıyız yani görüşlerimiz farklı olabilir, elbette olabilir. Niye farklı olmasın? Görüşlerimiz farklı olabilir ama birbirimize saygılı olmalıyız. Kutuplaşmadan çekinmeliyiz, kutuplaşmamalıyız. Eğer kutuplaşırsa toplum ayrışır, toplum kavga eder, kimlikler üzerinden siyaset yapmayalım. Siyaseti, depremzedenin evini nasıl yapacağız? İşsizlik sorununu nasıl çözeceğiz? Fiyatlar artıyor, nasıl olacak? Doların nereye gideceği belli değil, nasıl olacak? Kişi başına gelir düşüyor. Bütün bunların hepsini düşünüp bunları çözüm üretmemiz gerekiyor. Ama bir bakıyorsunuz bir yerlerde bir afişler, bir pankartlar, ‘sen şunu yaptın, sen bunu yaptın’ ‘vallahi ben yapmadım’ ‘yok sen yaptın.’ Tam tersine kısır, bir garip sürecin içine Türkiye sokuldu buradan çıkmamız lazım. Hiç endişe etmeyin ikinci turda kazanacağız.”