Şanlıurfa’da bir köyde 61 yıl önce çit sürerken tarihin değişebileceğini kim hayal edebilirdi? Arkeoloji tarihinin en önemli buluşlarından biri olan Göbeklitepe gizemlerini bizlerle paylaşmaya devam ediyor. Anadolu’dan Mezopotamya’ya uzanan coğrafya, tarihin başlangıcından bu yana insanlığın hikayesinin en önemli dönüm noktalarına ev sahipliği yaptı. Bu önemin altını kalın bir şekilde çizmek için bir çırpıda akla gelebilecek iki kelime yeterli olacaktır: Yazı ve para… Anadolu’yu kendine ev bellemiş medeniyetlerin birikimlerinin birbirine geçişini çıplak gözle görüp, nefes alırken hissedebileceğiniz Şanlıurfa, antik çağlardan beri kıtalar arası ticaretin nabzının attığı ana damarlardan biri üstüne kurulu bir medeniyet beşiğidir. Bu büyük zenginliğin, medeniyetin tarihi ve tarih öncesi çağlarla ilgili tüm bildiklerimizi baştan yazacak bir arkeolojik keşfe ev sahipliği yapması malumun ilamı gibi dursa da Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan bulgular basit sözlerle geçiştirilmemeli. Bildiğimiz anlamda tarımın ilk defa yapılmaya başlandığı bölgelerden olan, Şanlıurfa il merkezinin 17 km doğusundaki Örencik (Karaharabe) Köyü’nün 3 kilometre kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, adını bölgede bulunan taş yatır mezardan alır. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago üniversitelerinin iş birliği ile hazırlanan “Güneydoğu Anadolu Bölgesi Araştırma Projesi” çerçevesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında keşfedildi. Bu keşif, Göbeklitepe’nin sırrına vakıf olma keşfinden daha çok, orada araştırmaya değer bir şey olduğunu dairdi ki daha sonra gelecek ciddi araştırma için kalıntılar 30 yıldan fazla bekletildi. 1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında yeniden çalışmalar başladı ve 1996 yılında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Arkeolog Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmaları sürdürüldü. İlk bulguların değerlendirilmesi, toprağın altında yatanın tahmin edilenden çok daha büyük bir etki yaratacağının anlaşılması ve bu bulguların dünyaya tanıtımı açısından en önemli isimlerden biri olan Klaus Schmidt, 2014 yılında hayatını kaybedinceye kadar Göbeklitepe’de çalışmalarını sürdürdü. Peki, 2019 yılının Göbeklitepe yılı ilan edilmesiyle tüm dünyada akademik çevrelerin dışında da ilgi görmeye başlayan bölgenin önemi nedir? Her şeyden önce 21. yüzyılın belki de en önemli arkeolojik keşfinin Göbeklitepe olduğunu söylemek için pek çok neden var. Birincisi, günümüzden tam 12 bin yıl öncesinde inşa edilmiş olması! Karşılaştırmalı anlatmak gerekirse; Mısır piramitlerden 4 bin, Stonehenge’den ise 6-7 bin yıl daha yaşlı. İnsanlığın yerleşik yaşama henüz geçmediğinin bilindiği, azami birkaç onlu gruptan oluşan göçebe topluluklar halinde yaşadıklarının düşünüldüğü bir döneme ait.

 

Medeniyetin Doğum Yeri


Ortaya çıkan bu tarihin çok önemli bir sonucu var: Bu zamana kadar din ve inanç sistemlerinin ortaya çıkmasının, insanların yerleşik düzene geçip, kent benzeri yapılar kurmasının ardından gerçekleştiği düşünülüyordu. Göbeklitepe, önemli kabulü boşa çıkardı ve tarih kitaplarını değiştirdi. Bunların tamamının “Taş Devri” içerisinde olması, madenlerin insanlar tarafından çıkarılmaya ve işlenmeye başlamasından çok önce yapılmış olması, ilk babaerkil düşüncenin izlerinin burada bulunması, ilk terazzo taban kullanımı (kabaca alçı sıvalı taban) ve Neolitik Çağ’ın ilk heykel ve kabartmalarının yine burada yer alması nedeniyle oldukça önemli bir alan. İnsanlık tarihine yaptığı katkılar dolayısıyla “medeniyetin doğum yeri” olarak adlandırılan Göbeklitepe, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer alıyor. Öncü insanların 12 bin yıl önce taşa hayat vererek inşa ettiği Göbeklitepe medeniyetin başlangıcına, dolayısıyla tanımına dair akademik tartışmaları, sunduğu her yeni bilgi ile hararetlendiriyor. Göbeklitepe çok gizemli ve bu gizemlerini tamamen ortaya çıkarmak daha onlarca yıl sürecek ama elimizidekileri anlamak bile insanlık tarihi için paha biçilemez bir ilerleme.

 

Göbeklitepe ile İlgili Şaşırtan Gerçekler


Üç bin yıl kullanıldı: Evet, Göbeklitepe 12 bin yıl önce inşa edilmiş ama 9 bin yıl önce de terk edilmiş. Fakat burayı terk edenler, bırakıp gitmekle kalmamışlar, önce gömüp ondan sonra gitmişler. Birçok tapınak ve alanın terk edilmeden önce gömülmüş olması, tarih öncesi atalarımızdan bize ikinci bir hediye olmalı; zira bu sayede Göbeklitepe kalıntıları çok iyi derecede korunmuş. 3.000 yıl kullanılan bu büyüklükte bir inanç alanının neden terk edildiği sorusunun yanıtı ise henüz bilinmiyor.
Bilinen herşeyden daha eski: Göbeklitepe, İngiltere’deki Stonehenge’den 6.000 yıl, Sümerler’den 5.500, Mısır Piramitleri’nden 7.400 ve yazıdan 6.800 yıl daha eski. Biraz yuvarlayacak olursak; Göbeklitepe’nin inşaasıyla bu önemli tarihi olayların arasındaki süre, tüm bu olaylardan günümüze kadar geçen zaman kadar.
Mimari olarak çağının çok ötesinde: Göbeklitepe’nin gizemleri aydınlatılmaya başlamadan önce, kimse o dönemde yaşayan insanların taşa ve toprağa bu kadar etkileyici ve işlevsel biçimde şekil verebileceğini düşünmüyordu. Birçok ibadet alanından oluşan bu büyük ve kompleks yapı, hangi antik çağda olursa olsun mimari açıdan hayranlık uyandıracak seviyede. Hayvan figürleri, işlemeler, sütunlar…

Neresine bakılırsa bakılsın böyle bir “projenin” hayata geçmesi için gereken taş işçiliği, mühendislik ve planlama, zamanının binlerce yıl ötesinde. Bu da bilim insanlarını medeniyete dair tüm bildiklerini gözden geçirmeye itiyor. Tapınakların merkezlerinde yer alan sütunların ağırlıkları 20 ile 60 ton arasında değişiyor; bunların üstüne yerleştirilen işlenmiş taş bloklardan bahsetmiyoruz bile. Bu blokların inşası ve taşımasının gerektirdiği teknik bilginin miktarı kadar önemli olan bir nokta daha var: İş gücü. Sosyal düzen ve birlikte çalışmak: Yıllarca, Göbeklitepe’yi inşaa eden insanların ve çağdaşlarının tarım yapamayan, küçük gruplar halinde göç ederek yaşayan, ilkel avlayıcı toplayıcı insanlar olduklarına inanılıyordu. Göbeklitepe’yi tapınak tapınak, bölüm bölüm inşa ederken yüzlerce insanın birlikte çalışması gerektiği bu eski kabulü sarsıyor. Yani bu insanlar sadece bir araya gelmediler, uzun bir süre bir arada kalmak ve çalışmak zorundaydılar; bir sosyal düzene sahip olmadan ve ileri seviyede organizasyonel yeteneklerini kullanmadan bunun olması imkansız görünüyor.


Unutulan hazine

Girişte de belirttiğimiz gibi keşfinden 30 yıl sonrasına kadar Göbeklitepe adeta unutuluyor; zira 1960’lardaki ilk keşifte ne tarihçe, ne büyüklük ne de yapısal olarak önemi anlaşılabiliyor. Anlaşılamamakla kalmıyor, bir Ortaçağ mezar alanı olarak sınıflandırılıyor. 30 yıl sonra yetkililerin ve Klaus Schmidt’in buraya bir şans daha tanıması ile insanlık tarihinin hikayesi de değişmeye başlıyor.
İnce işçilik ve yaratıcılık: Göbeklitepe sadece devasa bir inşaat projesi değil, aynı zamanda taş işçiliğine dair benzersiz eserlerin olduğu, insan yaratıcılığının belki de başlangıcına tanıklık etmemizi sağlayan bir yapılar bütünü. Tüm ana sütunların üstünde incelikle işlenmiş hayvan çizimleri bulunuyor. Bazı sütunlarda ise direkt sütunun üstünde oyularak yaratılmış, detaylı ve sanatsal yanı reddedilemeyecek hayvan heykelleri bulunuyor.

 

 

Göbeklitepe’nin Doğal Taşları


Bundan tam 12.000 yıl önce insanoğlu henüz maden işlemeye başlamamışken bu çapta bir mega yapıya nasıl hayat verebildi? Elbette ki en ince detaylarından devasa sütunlarına kadar taş kullanarak… Göbeklitepe’ye ihtişamını, renklerini ve duygusunu veren başlıca üç temel taş çeşidi bulunuyor. Bunların başında gri yansımalarıyla volkanik bir kayaç türü olan bazalt geliyor. Mikrolitli veya camsı dokuda olabilen, her iki durumda da homojen bir yapıya sahip olan bazalt, yapısal aşınmalara, iklim özelliklerine ve zamana karşı oldukça dayanıklı bir taş olarak biliniyor. Bu özelliği nedeniyle yalnız yapısal unsurlarda değil, vurgu ve öğütme amaçlı aletler için de çok kritik bir ham madde. Göbeklitepe’deki tüm farklı malzeme ve unsurları bir arada tutan, bir tutkal gibi her şeyi birbirine bağlayan ikincil taş ise kireç taşı olarak bilinen, kalker. Çoğunlukla beyaz ya da krem renginde olan bu kayacın süngerimsi yapısı ona kolay işlenebilirlik özelliği katıyor. Göbeklitepe, uzunluğu 2 km’ye ulaşan bir kireç taşı platosu üzerinde yer alıyor. Bu nedenle bölgede bulunan T biçimindeki dikili taşlar ve tüm mimari yapıların duvar taşları kireç taşından yapılmış; etrafında yer alan yataktan çıkarılan ve işlenen kayaçlardan imal edilmiş. Çakmak taşına tarih öncesinin çeliği denmesinin haklı sebepleri var.
Kullanılan küçük aletlerin, kesicilerin, delicilerin yapıldığı ve yontma taş endüstrisi denilen grubun ana ham maddesidir. Göbeklitepe kazılarında bu tip aletlerden yüz binlercesi bulunmuş. Çakmak taşı yatakları Göbeklitepe’ye yürüyüş mesafesi kadar yakın bir bölgede yer alıyor. Bazı aletler kireç taşının çıkarıldığı yerde üretilirken, bazıları kaya olarak alana taşındıktan sonra inşaat sahasında alet ve gereçlere dönüştürülmüş.

Göbeklitepe’de karşımıza çıkan her bitmiş eser ve mimari unsurda bulunduğu gibi, bitmemiş yarım kalmış parçalarda da çakmak taşının izine rastlanıyor. Bu üç taş grubuna ek olarak Göbeklitepe’de az karşılaşılan ama etkileyici başka örnekler de bulunuyor. Bunlardan en önemlisi de obsidiyen. Çok az sayıda örneğe rastlanmış olması bu taşın önemini daha da artırıyor. Obsidiyen buluntuların kaynaklarına doğru bir yolculuk yapıldığında bu örneklerin Anadolu’nun farklı bölgelerindeki kaynaklardan elde edildiği görülüyor ki; bu bilgi Göbeklitepe’nin birbirinden farklı yerlerden gelen insanların ziyaret ettiği bir ritüel merkezi olduğunu kanıtlayan en önemli bulgulardan biri olarak anılıyor. Tarihteki ilk anıtsal tapınak olan Göbeklitepe’nin, Neolitik Çağ’ın ibadet ve hac merkezi olduğu düşünülüyor. Bilim insanları tarafından dünya tarihini değiştiren bir keşif olarak kabul edilen bu miras, 12 bin yıl öncesinden bizlere ve tüm insanlığa emanet. Göbeklitepe arkeolojik alanı Türkiye’nin en mistik şehirlerinden olan ve “Peygamberler Kenti” olarak da adlandırılan Şanlıurfa il merkezinin 15 km kuzeydoğusundaki Örencik Köyü civarında bulunuyor. Ankara, İstanbul ve İzmir’den Şanlıurfa Havaalanı’na düzenli seferler mevcut. Kazı alanında elde edilen buluntuların bazılarını ise Şanlıurfa Müzesi’nde görebilmek mümkün.

 

 

 

 

 

kaynak 

 

 

http://www.naturadergi.com/anasayfa/tarih-gobeklitepe-ile-yeniden-yaziliyor/