Dik açılarla yeryüzüne inen güneş asfaltın siyah rengiyle adeta cilveleşiyor gibiydi yol boyunca. Sallanıyormuşçasına giden arabanın yarı açık camından, yeni açmaya başlamış çiçekleri ve yeni yeni uçmaya başlayan kelebekleri izlerken ölümünden beş dakika sonra unutulacak insanların koşuşturmaları ilişiyordu gözüme. İnsanlar ömür boyu sürecekmiş gibi duran bu koşuşturmalarında birbirini yok sayarken hayvanları ve bitkileri de göz ardı etmeye başlıyorlardı. İnsanların yanlış devam eden tüm bu davranışları, birbirlerini ötekileştiriyor olmaları, dünya işleri ile kıyaslandığında dağın kır çiçekleri arasında yuvasını oluşturmuş karıncaların taşıdığı kışlık malzemelerin boyutu kadar olan hayatlarından, dünyaya sığmayacak olan hayallerine ulaşmak içindi bütün çaba. Bazen insan ulaşırken bu süslü hayallerine ne yana gideceğini bilmeden, fıtratından dışarıya çıkıp daha da hırs yapmaya başlayarak kırsal alanların çok daha fazla betonlaşmasına sebebiyet vermeye başlıyorlardı…

   Bu da arabanın yarı açık camından içeriye giren serin esintiyle beraber betonlaşmaya başlamış şehirlerin hengâmesinin eksikliğini asla aratmıyordu. Tabiat değişir mi? Düzen bozulur mu? Düşüncelerinden yoksun; incir ağacının köklerini andıran fikirleriyle önlerine ne çıkarsa çıksın parçalar bir biçimde davranıp yeni felaketlere zemin hazırladıklarından da habersiz davranmaya devam ediyorlardı. Zifiri karanlık gökyüzünde seyrek çıkmış yıldızları eleştirir bir biçimde yolun orta refüjünde aynı paralellikte duran ağaçlar hızla geçen arabaların rüzgârıyla yalpalanırken, arabaların altında ezilen çakıl taşlarının çıkardığı ses ile yapmacık insan sevgisinden uzak bir şekilde huzur bulmaya çalışıyorlardı. Nisan yağmurlarından sırılsıklam olmuş ıhlamur yaprakları kendini gökyüzünün maviliklerine bırakarak ümitle çiçek açmayı beklemekteydiler. Oysa düzeni bozulmuş doğa soğuk kaldırımların taşları arasında özgürlüğü niteler bir biçimde açan onca papatya yaprağının hüznünü taşıyordu yüreğinde.