Gece hâlâ zifiri karanlık zaman sanki durmuş, gökyüzü kızarmış ve günün gonca açılışını anımsatan güzelliğinden eser kalmamıştı. Akreple yelkovanın adeta cirit attığı bakırdan bir saat duruyordu odanın başköşesinde. Yelkovan koşar adımlarla yokuş aşağı akan trafiğe paralel yürüyordu sanki. Kocaman arabaların kendileriyle sürükledikleri rüzgâra kapılıp yalpalanmaktaydı hızlıca. Gözleri 4’te takılı kalan akrebin hemen yanındaki aile bireylerinin resimli tablosuna takılmıştı. Bu kez tabloda yalpalanmaktaydı. Yelkovan dar ve uzun geçitten bakar gibi derin derin etrafı süzmekte ve ne olduğunu anlamaya çalışmaktaydı. Hemen akvaryumdaki titreyen balıklara baktı. Hissettiniz mi? Diye bağırıyordu balıklar birbirine; serçe yavrusuna benzer titreyişleriyle. Oysa bataklık deryasındaki dopdolu yürekler çığlıklar atmak yerine bu kez susmayı tercih ediyorlardı. Yelkovan tekrar dönüp şaşkınlıkla yerde ki kristalleşen cam kırıklıklarına baktı. O an Akvaryumda ki pırtlak gözlü siyah balıkla göz göze gelen yelkovan zamanın durduğunu hissetmiş, titreyişlerinin ise korkudan olduğunu anlamıştı. Yolun sonuydu bu; etraf toza dumana karışmıştı. Pırtlak gözlü siyah balık ağlamış ama kimse görememişti. Bu kez her zaman olduğundan daha çok yalnızdılar. Ne yardıma gelen birileri, nede ağlayışlarını görebilecek kimseleri vardı.  Uzak ve çaresiz kalmıştılar. Yelkovan sessizce ağlayarak ömrünü tüketmeye başlayan pırtlak gözlü siyah balığı izliyordu.

     Hissettiniz mi? Diye tekrarladı yelkovan. 4’ün üzerinde takılı kalan akrebe sitemle bakarak, sarsıntıdan çok yaşanmışlıkların geçici ve kazanılan her şeyin boşa olduğunu hissettiniz mi? Bu kez ortalık tamamen sessizdi. Pırtlak gözlü siyah balık artık ağlamıyordu. Çünkü çatırdayan kolonun altındaki cam parçacıkları bu kez akvaryuma aitti. Pırtlak gözlü siyah balık artık ağlamayacaktı, çünkü balık ölmüştü.