Şehirlerarası otobüs terminalinden Müzeyyen’e;

     Gidiyorum Müzeyyen…

Sırtım buz tutmuş. Oturduğum demir bank soğuktan bedenimle birleşmiş gibi. Kurnaz kışın ürpertici etkisiyle gözyaşlarıma hâkim olamamaktayım. Etrafımdaki her şeye buğulu bir camdan bakar gibi bakıyorum. Koca caminin minaresinden yükselen ezanın sesine seyyar satıcıların birbirinden habersiz yükselen ahenksiz sesleri de karışıyordu. Peronlarda sıra sıra dizilmiş arabalar insanları niteler biçimde bir telaş içerisindeydi. Kimisi gidene el sallıyor, kimisi ise geleni kucak dolusu sevgiyle karşılıyordu. Rüzgâr hafif hafif atıştıran yağmurun yönünü bana doğru çevirmişti. Uyandım birden uzaklara daldığım hayallerden, çisil çisil bedenime işleyen yağmurdan bihaberdim. Demin yediğim simidin kırıntılarını silkelerken elimin tersiyle, derin bir iç geçirdim. Hafif içim acıdı gibi ama boğazıma takılan simit üstündeki susam tanelerinden çok heveslerime benziyordu. Yutkunamadığımı o an daha iyi anlayabilmiştim. Süslenmiş hayallerin arkasına gizlenen ümitlerim de tükenmişti artık çünkü yine seni her seferinde kucak dolusu sevgiyle karşıladığım 27. Peronda bekliyordum; gelemeyeceğini bildiğim halde gözlerim daha çok arıyordu seni ve ben daha çok korkuyordum müzeyyen… Şimdi perondan kalkmak üzere olan arabaya doğru ağır ağır ilerlerken son kez dönüp arkama baktım; süslü hayallerim, tükenmiş ümitlerim ve yorgunca ayakta durmakta zorlanan bedenim kenetlenmiş arkamdan bana el sallıyorlardı. Yağmur hızlanmıştı ve şehir sırılsıklamdı. Gidiyordum ben Müzeyyen.