AÇLIK MI TESLİMİYET Mİ?
      “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı.” (Bakara, 183) Ayeti kerimede Allahu Teâlâ kendisinden sakınmamız için bizlere orucu farz kıldığını beyan ediyor. Demek ki oruç, Müslümana Allah’ın emirlerine uyan ve nehiylerinden kaçındıran bir işlev kazandırmaktadır. Allah’a karşı gelmekten sakınmak demek; emrettiklerini yapmak ve yasakladıklarından kaçınmak demektir. En özet ifadesiyle “TESLİMİYET” demektir. Zaten Müslüman demek; Allah’a teslim olmuş kişi demektir. Peki, Müslümanım diyen bu toplum gerçekten Allah’a teslim olmuş mudur? Bu toplum kimin emirlerine uyuyor, kimin yasaklarından kaçınıyor?  
      İslam’ın hakikatinden uzaklaş(tırıl)an bu toplumun hayatında evvela “tevhid akidesi” bozulmuştur. Zaten tevhid bozulunca geriye ne kalıyor ki? İbadetler de birkaç şekilsel hareketle geçiştirilmeye çalışılıyor. Mesela oruç ibadeti! Allahu Teala’ya iman etmiş ve Peygamberlerine tabi olmuş bütün ümmetler Adem aleyhisselam’dan bu yana oruç ibadetini yerine getirmişlerdir. Böyle önemli bir ibadet, bugün zihinlerde nasıl bir yer ifade ediyor? Oruç deyince akla “AÇLIK” gelmiyor mu? Sahi oruç demek, sadece açlık mı demektir? 
      Gerçekte oruç, her şeyin Malik’i olduğu gibi beden ülkesinin de hükümdarı olan Allahu Teâla’ya teslimiyetin ifadesidir. Bu ülkede hükümdarın emirleri geçerlidir. Kanunları O belirler, ferman Hükümdarındır. Oruç tutan kişi lisan-ı haliyle şöyle demektedir: “Ya Rabbim! Sen benim Rabbimsin, varlık namına elimde ne varsa hepsi Senindir. Sahip olduklarımla beraber şu bedenimin de sahibi Sensin. Sen emrettin diye imsak ile iftar vakti arasında yemeyeceğim, içmeyeceğim; helalim olan eşimle münasebet kurmayacağım. Yine iftar vakti ile verdiğin helal nimetlerden Senin izninle faydalanacağım. Emir Senindir, hüküm Senindir; nasıl emredersen öyle yapacağım.”
      Böyle bir şuur ile yerine getirilen oruç ibadeti, midenin sınırlarını aşarak Müslümanın bütün amellerine sirayet eder ve oruçlu için Kur’an ve Sünnet çizgisinde istikamet üzere yürüten bir meşale vazifesi görür. Oruç sadece açlık-susuzluk değildir. Sağlık için mideyi dinlendirmek veya açların halinden anlamak için de oruç tutulmaz. Öyle olsaydı sömürülen, soykırım ve ambargoya maruz bırakılan Afrika, Suriye, Yemen, Irak ve diğer Müslüman diyarlara bakmak daha tesirli olacaktı. Yaşadığımız şu ahir zamanda kibirlenen, kendini bir halt zanneden milyonlarca insanın Allahu Teâla’ya karşı isyan ve nankörlük içerisinde bir hayatı yaşadığı apaçık ortadadır. Bütün bu kibir ve gafletine rağmen gün içerisinde bir şeyler yeme içme ihtiyacı hisseder. Bu fıtri ihtiyaçtan belli bir süre uzak duran insanda ister istemez bir farkındalık-acizlik oluşuyor. Bu farkındalık (yemek-içmekten vs. uzak duruş) bunların arka planındaki daha başka yönelişlerinde kendini hissettiriyor. 
      Normal zamanlarda uzak durulması gereken kötü sözler, haram fiiller vs. oruç ibadeti esnasında da uzak durulması gereken günahlardandır. Helal olan nimetlerden bile belli bir süre uzak durulması emredildiği için Müslümanda sağlam bir irade eğitiminin oluşması sağlanıyor. Sahip olduğu helal nimetlerden bile el etek çeken birisi harama nasıl bulaşsın! Oruç sadece mideyi yemek içmekten uzak tutmakla sınırlı değil; bütün bedeniyle ruhuyla Yüce Allah’ın azameti karşısında acziyetini ve kulluğunu göstermenin ifadesidir. Sadece aç susuz kalmakla bu ibadet layıkıyla yerine getirilmiş olmuyor. Yasaklardan kaçınmak kadar emredilenleri yapmakla asıl gaye yerine getirilmiş oluyor. Pratiğe dökme niyetiyle şuurlu bir şekilde okunması gereken hidayet ve rahmet kaynağı Kur’an-ı Kerim’e bu ayda daha çok zaman ayrılmalı ki on bir ayın sultanı ifadesi lafta kalmasın.
      Riya-gösteriş ve reklamın zirvelerini yaşadığı bu zamanda saf ve temiz kalabilmiş ne bıraktılar ki geriye! Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem: “Nice oruç tutanlar vardır ki, oruçlarından onlara kalan açlık ve susuzluktur.” buyuruyor. Kendimize soralım: “Bu hadiste ifade edilen oruçlulardan biri de ben miyim?”
      Gününü uyuyarak geçiren, of pof eden, sızlanan hele bir de iftara yakın vakitlerde patlamaya hazır volkan haline gelenler ve sonra midesini tıka basa dolduranlar, ardından kahvehaneleri, parkları dolduranlar, ekranların dizi’nin dibinde oturanlar, akıllı telefonları ellerinden düşürmeyenler ve daha nicesi… Bu mudur oruçlu olmak, bu mudur Ramazan ayında bulunmak? Görsel ve yazılı basın, sosyal medya milyonlarca insanı istediği mecraya yönlendirebilmektedir. İslam’ın İ’si ile alakası olmayan kanallar dâhil bütün kanallarda Ramazan Programı, Ramazan Eğlencesi, Sahur Vakti Programı ve daha nice uygulamalarla bu mübarek ayın ruhunu katletmiyorlar mı? Medya imamları her yıl olduğu gibi ekranlarda aynı sorulara aynı cevapları vererek köşeyi dönmüyorlar mı? 
      Allahu Teâla’yı, Kur’an-ı, Peygamberi, Sahabeleri söz konusu ederek müzikli parçalarına ilahi diyenler bu ayda ceplerini daha çok doldurmuyorlar mı? Belediyeler de kendi reklamları için Ramazan ayını eğlence ayına çevirdiler. Kendi işleri olan yol, su, temizlik vs. işleri adam akıllı yapsınlar da bu mübarek aydan ellerini çeksinler. Hele bir de bu sene Ramazan ayı seçim sürecine denk geldi ya; siyasilerin vaatleri, sözde hizmet aşkları-yalanlarıyla daha da  ruhsuzlaştırıldı.
      Bu ayda nazil olmaya başlayan Kur’an-ı Kerim okunmadan-anlaşılmadan-yaşanmadan bu mübarek ayın kadri kıymeti layıkıyla anlaşılamaz-yaşanamaz. İnsanların gündemini dolar, euro, diziler, survivor, partiler-seçimler… işgal etmişken tüm bunlar Kur’an’sız, Peygambersiz bir hayatın ifadesi olarak apaçık ortada değil mi? 
      Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, Ramazan ayının son on gününe girdiğinde itikâfa girer; ibadetlerini, infakını daha da arttırır, aile fertlerini de bu konuda teşvik ederdi. Yaşadığımız toplumda ise cılız bir heyecanla Ramazan ayına yapılan giriş daha ortalara varmadan iyice sönükleşmekte, oruç tutanlar ve teravihe gidenlerin sayısında ciddi bir azalma görülmektedir. Gerçi jet imamların arkasında kılınan namazın lezzetinden ziyade eziyeti daha fazlayken teravih kılanlar nasıl artsın. 
      Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle “sayılı günler” olan Ramazan ayının günleri elimizden kayıp gidiyor.  Bizi cennete yaklaştıracak ve cehennemden uzaklaştıracak olan bu büyük kampanyanın hakkını verebildik mi? Bir derbi maçına gösterilen ilgi, onda yaşanan heyecan kadar bu mübarek ayda da böyle bir heyecan yaşayabildik mi? Sınavlarda, seçimlerde ve daha pek çok işte sona doğru yaklaşıldıkça artan heyecan ve ilgi neden Ramazan ayı için yaşanmıyor?
Aişe (radiyallahu anha) validemiz:
−Ya Rasulallah, Kadir gecesine denk gelirsem, o gece nasıl dua edeyim, dedim. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem:
اللَّهُمَّ إِنَّكَ عَفُوٌّ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي
‘Ey Allah’ım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin beni affet.’  diye dua et buyurdu.”