Ömrümüzün en güzel ve en değerli dönemleri olan çocukluk ve gençlik yıllarımız genel itibariyle eğitim hayatında harcanıyor. “Harcanıyor” kelimesini özellikle tercih ettim ki hepinizin bildiği gibi Türkiye’deki eğitim sistemi cumhuriyetten bu yana bir türlü dikiş tutturamadı; özellikle son 20 yıldır adeta yapboz tahtasına döndü. Bir köşe yazısına sığmayan üstelik hemen herkesin bildiği-şahit olduğu bu çarpık eğitim sisteminden şimdilik bahsetmeyeceğiz. Bu eğitim sisteminin önemli ve son kısmı olan üniversite hayatında karşılaşılan bir meseleye değineceğiz. Eğitim-öğretim döneminin ilk bir iki ayı gerek resmi kurumların gerekse de özel-vakıf kuruluşlarının BURS başvurularını aldığı dönemdir. Yaşadığı şehrin dışında üniversite okuyan gençler, maddiyat olarak fakir ve gariban iseler işleri epey zor demektir. Bulunduğumuz şehirde bile pahalılık, enflasyon, geçim sıkıntısı yakamızı bırakmazken; başka bir şehirde kirasıyla, yol parasıyla, okul masrafıyla her şeyin paraya dayandığı bir süreç daha da zor olsa gerek.

      Üniversite yıllarında sınıf arkadaşlarımdan birkaç kişi burs konusu açılınca bana: “AŞİRET REİSİ SİZE BURS VERİYOR MU?” diye sordular. Belki eski Türk filmlerinde zengin, etrafında pek çok adamı olan köy ağaları rollerinden hareketle bu çıkarımda bulundular. Doğrusu rol icabı bile olsa BURS VEREN AŞİRET REİSİ’ne rastlamadım. Ben de onlara dedim ki: “Aşiret reisi burs vermek bir yana bursun ne demek olduğunu bile bilmiyordur.” Aslında burs vermek için aşiret reisi olmaya da gerek yok. Yaşadığımız şu günlerde (Şanlıurfa’da) aşiret reislerini zenginlikte sollayan pek çok insan vardır. Hatta genel itibariyle herkes kendisinin reisi-ağası olmuştur. Zenginlerimiz banka kasalarında trilyonlarını saklayacağına memleketin gariban gençlerine eğitimleri için, yuva kurmaları için yardımda bulunsalar kıyamet mi kopacak! Servetleri hemen bitip tükenecek mi? İlla ki bursun ne demek olduğunu bilmelerine gerek yok. Öğrenci yardımı desin, eğitime katkı desin, yuva kurmaya destek desin; her ne derse desin isimlendirmelerin pek bir önemi yoktur. Yeter ki garibanın-fakirin elinden tutsunlar.

      Aşiret reislerini ya da aşiretin önde gelenlerini –genelde- kavgalarda bir araya gelirken görmekteyiz. Sorsan herkes Müslüman; hatta içlerinde Hacı’lar da var. Bunların geneli Kur’an-ı Kerim’in hakikatinden habersizya daAllah’ın hükmü ve Peygamberin Sünneti işlerine gelmiyor. Maide Suresi 2. ayette Rabbimiz şöyle buyuruyor:“İyilik ve takvâ üzere yardımlaşın. Kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah'ın vereceği ceza çok şiddetlidir.”

      Okulu, okumayı sevmeyen çocuklarını zorla kolejlere, özel okullara gönderenŞanlıurfa’nın ZENGİNLERİ, REİSLERİ, AĞALARI… Türlü sıkıntılarla okumaya, evlenmeye-yuva kurmaya çalışan gençler bu memleketin birer evladı değil mi? Hemşeriniz, akrabanız –hatta pek aklınıza getirmediğiniz- din kardeşiniz değil mi? Korkmayın! Servetiniz tükenmeyecek; tarlalarınız, dükkânlarınız, apartmanlarınız, işyerlerinizden zaten sürekli olarak kazanç elde ediyorsunuz. Hem Müslüman olduğunuzu söylüyorsunuz, değil mi? Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’in Tevbe Suresi 121. ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Onların, Allah yolunda yaptıkları küçük veya büyük her harcama veya geçtikleri her vadi karşılığında, yaptıkları işin daha güzeliyleAllah onları ödüllendirecektir.”

Yoksa Allah’a itimadınız-güveniniz yok mu? Hâşâ dediğinizi duyar gibiyim. Ama amellerinize yansımadığı sürece isterseniz yüz defa hâşâ deyin bir işe yaramaz. Yardım etmediğiniz, desteklemediğiniz insanlardan bazısı mesela evlilik için kredi (faiz) ile para (borç) alıyor. Aslında alınan para sizin paranız. Siz parayı bankaya yatırıyorsunuz. Banka da sizin paranızı faizle hemşerinize veriyor. Böylece ikiniz bir olup insanları sömürüyorsunuz. Size bir şey söyleyeyim mi? Öyle yükseklerden bakmayın, siz muhtaçsınız; fakire, garibana… Şehir şehir, cadde cadde, sokak sokak hattaköy köy dolaşıp fakirleri bulup ihtiyaçlarını karşılamak zorundasınız. Fakirin sizin kapınıza kadar gelme mecburiyeti yok zaten.Fakirler iyi-kötü, düşe kalka bir şekilde yaşayıp ölecekler. Siz yardım etmiyorsunuz diye açlıktan ölmüyorlar zaten.

      Hala jetonlarınız düşmedi mi? O sahip olduklarınız var ya –tarlalar, apartmanlar, işyerleri vs.- hepsi Yüce Allah’ın mülküdür. Hatta siz, biz, hepimiz, varlık namına ne varsa hepsinin sahibi Hazreti Allah değil midir? AllahuTeâlâ insanlardan bir kısmını zengin bir kısmını fakir kıldı ve zenginlere emretti; malı şu insanlara vereceksiniz, diye. Malın mülkün asıl sahibi böyle emrediyorken, siz kalkıp diyorsunuz ki;bu benim malımdır. Oysa AllahuTeâlâ hepsini sadece sizin olsun diye vermedi: “Mallarınızda (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (Zariyat Suresi, 19. Ayet) Sahip olduklarınızı mezara götüremeyeceğinizi siz de biliyorsunuz. Beyaz bir kefenle gideceksiniz, o da vücudunuz gibi böceklere yem olacak, toz toprak olacak. Aklınızda bulunsun:“Trilyonlarınız banka kasalarında olabilir; ancak hesabı sizinle beraber olacaktır.”

      Şimdi burada infak, zekât, sadaka, yardımlaşma ile ilgili onlarca ayet sıralasam da siz hala bildiklerinizi yapacaksanız; sizi son bir ayetle uyarmak isterim: “…Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele!O gün (biriktirdikleri altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılacak ve onlarla alınları, yan tarafları ve sırtları dağlanacak ve kendilerine: “Bunlar biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir. Hadi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” (denilecek). (Tevbe Suresi, 34-35)

Tiwetter: suskunsahra

İnstagram: suskunsahra

Facebook: suskunsahra