Bazı durumlarda şaşkınlığımızı ya da üzüntümüzü ifade etmek için; “bugünleri de mi görecektik!” ifadesini dile getiririz. Tıpkı bunun gibi düşmanlarımıza da teşekkür edeceğimiz günlerin geleceğini birileri bize söylese herhaldeaz önce ifade ettiğimiz cümleyi söylemekten kendimizi alamazdık. Öncelikle söz konusu ettiğimiz düşmandan kastımız Hıristiyan, Yahudi, Mecusi, ateist, tefeci ya da herhangi bir dine ırka, partiye mensup olan birileriyle sınırlı değil. Arkamızdan hoşlanmayacağımız, duyduğumuzda üzüleceğimiz, herhangi bir kusurumuz, ayıbımız, gerçeğimiz konuşulduğunda –ki buna İslam’da “Gıybet” denir- işte bu gıybeti yapan kişi bizim düşmanımızdır. Düşman deyince illa cephede karşı tarafta size silah doğrultmuş birilerinin olması gerekmiyor.

 

İyiliğinizi istememek, arkanızdan konuşması o kişinin sizin düşmanınız olduğunu ifade etmesi için yeterlidir. Diyeceksiniz ki; “Dost acı söyler.” Evet, yerine göre dost acıyı da söyler, tatlıyı da; ama bunu arkamızdan yapmaz. Gelir yüzümüze karşı bütün samimiyetiyle ifade eder ki buna İslam’da “Nasihat” denir. Gıybet hastalığı öyle bir illettir ki bu zehire bulaşmamış birileri var mı acaba? Biz burada gıybetin mahiyetinden, zararlarından söz etmeyeceğiz. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de ve hadisi şeriflerde etraflıca anlatılmıştır. Burada gıybetin muhatabına (gıybet edilen kişiye) dokunacak olan o büyük faydadan bahsedeceğiz.

Kur’an-ı Kerim’de; ölmüş kardeşinin etini yemek olarak ifade edilen gıybetin[1] hiç faydası olabilir mi diyeceksiniz? Evet, faydası var hem de öyle bir fayda ki bütün varınızı, yoğunuzu, eşinizi-dostunuzu, dünyayı bile verseniz o faydadan gelecek olan kazanımı elde edemezsiniz. Kul hakkını bilirsiniz değil mi? Hani Yüce Allah ahirette bağışlayıp bağışlamamayı hak sahibine bırakıyor ya, işte gıybet de bu kul hakkının kapsama alanına giriyor. Diyebilirsiniz ki; kendisi hakkında konuştuğumuz kişinin var olan vasıflarından, davranışlarından, durumundan bahsediyoruz. Biz iftira etmiyoruz ki! Evet, sahabe efendilerimiz de sizin bu sorunuzu Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) sormuşlardı. Hazreti Peygamber (s.a.v) : “Söyledikleriniz o kimsede varsa gıybettir; eğer yoksa ona iftira etmiş olursunuz.” diye cevap vermişti.[2]Onun için ben doğruları konuşuyorum, gerçekleri söylüyorum demeyin! Erkekseniz gidin hakkında konuştuğunuz kişinin yüzüne söyleyin bunları. Kolay geliyor değil mi arkadan konuşmak, yerden yere vurmak.

Şöyle bir omuzlarınıza bakın her ne kadar şu an gözle göremiyorsanız da sağ ve sol omuzlarınızdaki yazıcı melekler her şeyi en ince ayrıntısına kadar tamamıyla kaydetmektedir. Sonra öleceğiz. Camiye getirip musallaya koyacaklar tabutumuzu. İmam efendi soracak; haklarınızı helal ediyor musunuz? diye. Hep bir ağızdan; helal olsun, diyeceğiz. İşin bu kısmı kolay, o an için helal etmiyorum demenin de pek bir anlamı yok. Ama o büyük gün -Kıyamet- geldiğinde ve Yüce Allah’ın huzurunda hesap vermek için toplandığımızda; birilerinde var olan hakkımız için; helal olsun diyebilecek miyiz? Orada dayılığın, cömertliğin hiçbir anlamı olmayacak. Belki dünyadayken bir dostunuz, kardeşiniz, çocuğunuz, eşiniz için her şeyi yapabilir; hatta ölüme bile atlayabilirsiniz. Ancak orası dünya değil; ahirette o dayılık, cömertlik, fedakârlık kimsenin aklına gelmiyor. Bunlar da nerden çıktı, diye soracaksanız işte size bu konu hakkında birkaç ayeti kerime:

“Haksızlık etmiş olan her kişi, yeryüzünde olan her şeye sahip olsa, onu azabın fidyesi olarak verirdi. Ve azabı gördükleri zaman için için yanarlar. Aralarında adaletle hükmolunur ve onlara zulmedilmez.” (Yunus Suresi, 54)

“Ve (o gün) hiçbir dost, başka bir dostu sormaz.Birbirlerine gösterilirler (fakat herkes kendi derdindedir). Günahkâr kimse ister ki, o günün azabından (kurtuluş için), oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran tüm ailesini ve yeryüzünde kim varsa hepsini fidye olarak versin de, tek kendini kurtarsın.Hayır; (böyle fidyeler kabul edilmez.) Doğrusu o (cehennem), cayır cayır yanmakta olan ateştir” (Mearic Suresi, 10-15)

“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte O gün, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese Suresi, 33-37)

Ayetlerde ifade edilen bu korkunç manzaradan bizi kurtaracak olanlara teşekkür etmeliyiz. Ben şahsım adına düşmanlarıma teşekkür ediyorum. Şu an arkamdan konuşup gıybetimi yapanlarla mahşer günü yüz yüze getirileceğiz. Az önce de ifade ettiğimiz gibi orada dayılık, fedakârlık, cömertlik para etmez. Üzerindeki hakkımız miktarınca düşmanlarımızın sevaplarından bize verilecek, eğer sevapları kalmamışsa o zaman da günahlarımızdan onlara yüklenecek.

Yani bizi cennete yaklaştıracak sevaplar verecekler –istemeseler bile- Ya da sevapları kalmamışsa eğer bizim günahlarımızı yüklenerek cehennemden uzaklaşmamıza vesile olacaklar. Her iki durumda da bize faydaları dokunacak. Şimdi nasıl teşekkür etmeyelim onlara? Şunu da belirtelim ki Yüce Allah’ın mizanında torpil geçmiyor. Eğer biz de birilerinin gıybetini yapıyor, onlara düşmanlık ediyorsak; aynı şekilde onlar da bizim sevaplarımızdan alacak veya günahlarını bize yükleyecekler. Düşmanlarımızın bize teşekkür etmesini istemiyorsak onların gıybetini-dedikodusunu yapmayalım lütfen!

Tiwetter: suskunsahra

İnstagram: suskunsahra

Facebook: suskunsahra

 

 

[1]Hucurat Suresi, 12

[2]Müslim, Birr, 70