Bir varmış bir yokmuş bir zamanlar adına Mekke denilen bir şehirde yaşayan insanlar varmış. Tefecilik, içki, kumar, fuhuş, kız çocuklarını diri diri gömmek ve daha pek çok kötü hasletleri olan bu insanlara Yüce Allah kendi aralarından en çok sevdikleri, en çok güvendikleri, en değerli insana Cebrail (a.s) aracılığıyla dünya ve ahiret saadetinin teminini sağlayacak olan vahyini göndermiş. Bu insanlardan bir kısmı bu davete icabet etmiş bir kısmı karşı çıkmış. Davete icabet edenler öyle bir değişmiş ki bazıları daha dünyadayken cennetle müjdelenmiş. Gündüzleri birer süvari, geceleri birer abid olmuşlar. İçlerinden cahiliye tesirini üzerinden hemen atamayanlar varmış.

      Bunlardan birisi Peygamber Efendimiz’in huzuruna gelmiş ve demiş ki: “Ben Müslüman olurum; ama zekât vermem, cihada gelmem, demiş. Hazreti Peygamber de: “Zekât yok, cihad yok, o zaman ne ile Cennete gireceksin?”[1]diyerek Allah’ın emirlerinin pazarlık konusu yapılamayacağını belirtmiş. Gelen kişi de bunların hepsini yapacağına dair söz vermiş. Aradan seneler, asırlar geçmiş; Müslümanlar ne zaman ki Kur’an ve Sünnet’in emirlerine uymuşlar AllahuTeâlâ da onlara güç kuvvet vermiş, zafer nasip etmiş. Müslümanlar bazı zamanlar bugün olduğu gibi Allah’ın hükümlerini umursamamışlar, heva ve heveslerine uymuşlar. Öyle olunca bir dönem Moğollar, Haçlılar ve bugün olduğu gibi bütün küfür ehli ve tağutlar Müslümanlara musallat olmuşlar, şehirler harabelere çevrilmiş; çocuk, kadın, genç yaşlı demeden Müslümanlar vahşice katledilmiş, namuslar çiğnenmiş, bütün kutsal değerler ayaklar altına alınmış.

Yeni tip Müslümanlar türemiş. Zekât, cihad bir yana küfür ve iman arasındaki fark olan namazı bile terk etmişler. Kalplerinin temiz olduğunu söylüyorlarmış. Müslüman coğrafyalar işgal edilip tarumar edilirken kalplerinin temiz olduğunu söyleyenler öylece bakakalıyorlarmış. İbadetlerle salih amellerle bütün bir hayata yansımayan bir kalp temizliğinin beş kuruş etmediğini akıllarına getirmek istemezlermiş. Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde övülen, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa artık sloganların ve şuursuzduaların konusu olmuş. Öyle diyordu Malcolm X: “Harekete geçilmediği sürece şiddeti dua ederek durduramazsınız.” Yine Aliyaİzzetbegoviç: “Dünyayı değiştirecek olan dua değil eylemdir.” diyordu. Geçmişte de öyleydi bugün de öyledir. Hazreti Peygamber ve Sahabe-i Kiram kınamakla yetinmediler hiçbir zaman. Çünkü biliyorlardı ki kâfirler, işgalciler, diktatörler, tağutlar kınamakla zulümlerinden vazgeçmeyecekler.

Düşmanların İslam topraklarına girmesini beklemezlerdi. Onlar düşmanların üzerine giderlerdi, Allah’ın nurunu fetihlerle dünyaya yaymak için. 34 bin kişilik İslam ordusu komutanı Sa’dibniEbîVakkas’ın (r.a) elçilerinden Rebii b. Amir (r.a),Pers İmparatorluğunun120 bin kişilik ordusununbaşkomutanı Rüstem’in huzuruna çıkınca üzerindeeski bir kıyafeti, eğri bir kılıcı, yer yer eğilmiş bir kalkanı ve çelimsiz bir atı vardı. Buna rağmen onun sarsılmaz bir imanı, yıkılmaz bir şehameti ve cesareti vardı.Halılarla örtülü yere varınca atından indi ve hemen oraya atını bağladı. Rüstem’in yanına yaklaştığında mızrağını yere sapladı. Yerde ise ipekli yastıklar vardı. Mızrağın keskin ucuyla ipek yastıkları delip geçti. Etrafındakilerin fevkalade değer verdiği bu süslü yastıkların Rebii b. Amir(r.a) için hiçbir ehemmiyeti yoktu. Onun tek düşündüğü, elçilik vazifesini, İslam’ın izzetine uygun bir şekilde yerine getirebilmekti.Pers orduları başkomutanı Rüstem ile görüşmesi sırasında komutanın “Sizi buralara getiren sebep nedir?” şeklindeki sorusuna şu cevabı veriyordu; “Bizi buralara gönderen yüce Allah’tır. İsteyenleri kula kulluk zilletinden kurtarıp yüce Allah’a kul olma şerefine, dünyanın dar kalıpları içinde tutsak olmaktan kurtarıp dünya ve ahiret saadetine ve çarpık dinlerin baskısından kurtarıp İslâm’ın adaletine kavuşturmak için geldik.”[2]

Evet, onlar öyle insanlardı. Sayıları azdı; ama imanları çoktu-kuvvetliydi. Birdi, birkaç kişiydi bazen birkaç bin kişiydiler; ama dünyaya meydan okuyacak kadar cesur ve kararlıydılar. Peki, bugün Müslümanların durumu ne halde? Sayıları çok ama bir HİÇ hükmündeler. Çünkü herhangi bir ağırlıkları ve yaptırımları yok. Dünyadaki toplam nüfusu İstanbul’un nüfusu kadar bile olmayan Yahudiler yarım asırdan fazladır Kudüs’ü işgal etmesine rağmen dünya nüfusunun neredeyse üçte birini (3/1) oluşturan Müslümanlar nerede? Kudüs-Mescid-i Aksa öteden beri ağızlara sakız olmuş-sloganların konusu olmuştur. Sadece Kudüs değil, Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Arakan, Keşmir, Doğu Türkistan, Çeçenistan ve diğer Müslüman diyarlar işgal edilirken öylece bakmakla yetindiler.

Müslümanlar arasında genel nüfusa oranla çok az bir kısmı Resulullah’ın ve Sahabenin metodu üzere mücadele ettiler-cihad ettiler. Ki bunlara günümüzde Amerika, Rusya, İsrail, Çin, İran ve yandaşları terörist demekteler. Öte yandan kendilerine İslam ülkeleri denilen devletlerin çoğu kınamakla ve bakmakla yetindiler. Müslümanların bir kısmı da ellerinden bir şeyler gelmediği için samimi bir şekilde dua ettiler. Kudüs ve diğer İslam diyarları ancak ve ancak Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye’nin talimatları doğrultusunda kurtarılabilir. Nasıl mı? İman ettiğiniz Kitap’tan haberiniz yok mu? Açın ve okuyun, sloganlarla kurtarılan hiçbir ülke olmayacağını göreceksiniz! Elinizden boykot geliyorsa titiz bir şekilde uygulayın. Bir kişi ile ne olacak demeyin; birler birleşerek topluluklar, ordular, devletler oluşturuyor. Yahudiler Kudüs’ü ele geçirmek için iki bin yıl sabrettiler. Müslümanlarda aynı sabır neden olmasın? Sabredin derken öylece miskin miskin oturmayı kastetmiyoruz. Allah’ın Kitabına ve Resulü’nün Sünnetine sarılın ki sadece Kudüs değil, bütün dünya zulümden ve küfürden kurtulsun.

Tiwetter: suskunsahra

İnstagram: suskunsahra

Facebook: suskunsahra

 

 

[1]Sunen'ul-KubraKitabu's-Siyer Babu Asli Farzı'lCihadi: 9/20

[2]Fizilalil Kur’an; En’am Suresi, 19. ayetin tefsiri ve El- İsâbe, 1: 503; Hayâtü’s-Sahâbe, 1: 157