Bediüzzaman hazretleri, maddî musibetler ile manevî musibetler arasında bir bağ kurulmakla, manevî musibetlere müptela olanların büyük bir tehlike içinde oldukları ifade edilerek ibadet ve duâya teşvik ediyor.

Mesela: “ İKİNCİ LEM’A” da şöyle geçiyor:

"Hazret-i Eyyub Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyub'dan daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar."

 

Burada elbette Hz. Eyyûb (as)’ın şikâyeti bedenine arız olan hastalıktan dolayı değildir. Yani cismani saadeti temin etmek için yapılmış bir şikâyet değil, o hastalığın manevî huzuruna, ibadet ve taatine zarar vermesinden dolayıdır.

 

Huzur, insanın sürekli olarak Allah ile olan irtibat ve münasebetidir ki, bu da ibadet, taat, zikir, tesbih ve tefekkürle mümkündür. İbadet ve zikrin bir çok kısmı ve şekli vardır. Bir kısmı beden ile bir kısmı mal ile bir kısmı ruh ve kalp iledir. İşte bütün bu kısımların huzuru ve keyfiyeti başka başkadır, ama birbirinden de kopuk değildir.

 

Meselâ beden ibadeti terk etse, kalp bundan rahatsızlık duyar, insan ne kadar sabır ve metanet sahibi de olsa aciz ve fakirdir, musibetler karşısında tahammülü azdır. Şiddetli musibet, bir zaman sonra kalbi kendi ile meşgul etmeye başlar. Bu da huzura ve zikre mani olduğu için, Hazreti Eyyûb,(as) Allah’tan bu halin kalkmasını niyaz etmiştir.

28.5.2023

Rüstem Garzanlı